Son dakika haberi bulunmamaktadır.   Senoz Esnaf  
Senoz Deresi
Anasayfa | Haber Ara | Foto Galeri | Videolar | Animasyonlar | Anketler | Sitene Ekle | Mesaj Gönder | Sohbet | MircScriptİndir

HABER ARA


Gelişmiş Ara

EN ÇOK OKUNANLAR

Çok değerli ağabeyim Dr. Musa'nın ardından...

Okunma  Yazar : Ziya Akçal
Yorumlar  Yorum Sayısı : 8
Okunma  Okunma : 5106
Tarih  Tarih : 28 Mart 2010, 21:14

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Tatlıyı her zaman, acıyı ara sıra tadarız soyut anlamda! Hepimizin unutamadığı neşeli, hoş anlarımız olur ve daima bu hal üzere yaşamak isteriz. Az da olsa bir acıyla sıkıntıyla karşılaştığımızda iyiliğin de, kötülüğünde bizim kendi fiiliyatımızın sonucu olarak Rabbimiz tarafından yazılmış olduğunu ve çekmek, katlanmak zorunda olduğumuzu bildiğimiz halde tahammülsüzlük gösterir, kabullenmez ve işi isyana kadar da götürebiliriz!

Oysaki, taş yerinde durmaz da bizler durur muyuz? Nüfus cüzdanımız eskir, yaşlanırız. Yaşlandıkça daha olgunlaştığımızı, olaylara daha serinkanlı, daha akılcı baktığımızı; algılama, muhakeme ve karar konularında daha çok yetenek kazandığımızı sanırız. Bir bakıma haklıyızdır fakat duygusal yönümüzün ister istemez arttığını, sulu göz olup çıktığımızı, az veya çok acılarla karşılaştığımızda ancak anlarız. Tutamayız kendimizi, istisna dostlarımızın ardından içimize akıtırız gözyaşlarımızı. Kalbimiz yerinden çıkacakmış gibi atmaya devam ederken, bir an için ‘’acaba sıra bana ne zaman gelecek’’ deriz; ister istemez bir endişenin içine gark oluruz. Halimiz mecalimiz kalmaz o atmosfer içinde halden hale gireriz. Hayret, nasıl bir mahlûkuz biz ki, o âlemden ayrılıp başka bir âleme girdiğimizde, az evvelki duygu ve düşüncemizden, haleti ruhiyemizden zerre kadar iz kalmaz kendimizde!

Ah, dostlar ah! Acıyı tatmak zor, yaşamak zor, yazmak da zor. Hele hele bu acı sok sevdiğiniz bir dostunuzun ölüm haberi olduğunda, zor üstüne zor olur; ateş düşer yüreğimize! Beraber paylaşmışlılıklarınız, yemiş içmişliğiniz, demiş, gülmüşlüğünüz, gezip, tozmuşluğunuz varsa, üstüne üstlük bir gün olsun bir kötü sözünü duymamış, müstehzi bakışına şahit olmamışsanız ve her halükârda iyiliğini görmüşseniz ve her rastladığınız kişide de aynı duygu ve düşüncelere şahit oluyorsanız; gidenin, gerçekten farklı biri olduğuna şahitsiniz, demektir.

O aile, gerçekte köyümüzün en sevilen, sayılan ailelerindendir. Rahmetli babası, "Karosmon Mehmedali dayı" da çok değerli bir insandı. Çok çalışkandı. Onun o çalışkanlığı başına neler açmadı ki! Ağaç motoruyla ormanda çalışmaktan ötürü parmakları çekmiş, sakat bir görünüm almıştı. Bir gün de dükkânını boya, badana yaptırdığı işçisi öğle yemeğine oturduğunda, iş durmasın, ‘’usta yemeğini bitirinceye kadar çalışayım’’ deyip fırçayı eline alarak, bidonların üzerine dizilerek tezgâh yapılan tahtaların üzerine çıkmasıyla yere düşmesi bir olmuştu ve kolunu kırmıştı, zavallı! Bir gün yine öğretmen arkadaşımla dükkânında oturur halde konuşuyorken bizlere dedi ki; ‘’100 milyon borcum olsa da bir lise diplomam olsa!..hayretler içinde kalmıştık. İşte bu rahmetlik, komşuluğunun, iyilikseverliğinin, çalışkanlığının yanı sıra okumaya karşıda çok büyük sevgi ve ilgi beslerdi. Kendisi okuyamadı ama çocuklarının ve torunlarının okumasına, büyük ve faydalı insanlar olmalarına vesile oldu. Oldu da, rahmetli karosmon Dr. Musa, bir başka oldu. Diğer  tüm okumuşlar ve işadamları da köyümüzün medarı iftiharıdırlar, sağ olsunlar, var olsunlar. Amma kimse kusura bakmasın, tabii bana göre, eski Rize Milletvekili ve Devlet bakanı merhum İzzet Akçal’ın ardından, merhum Dr. Musa Karadeniz’in yerini dolduracak kadar olamadı.

Rahmetli babam, Rize’de memur olarak görev yaparken o, lisede talebe idi ve çoğu zaman bizim evimizde kalırdı. Çok hoşsohbet, çok neşeli, çok sevgi, saygı dolu mütevazı bir kişiliğe sahipti. Namüsait şartlar altında tahsilini sürdürüyor olması, onu, askeri tıbbiyeye girerek okumağa ve askeri doktor olmağa mecbur kıldı. Okudu, doktor oldu. Her yaz köye geldi. Yün çoraplarını giydiği ayağına lastik cizlavetleri çekti; pantolonunun paçalarını da çorabının içine sokmayı ihmal etmedi. Kâh alabalık oltasını eline aldı; "Ligovi dersi"ne veya "Marabudam deresi"ne alabalık avına çıktı. Bu çıkışta öncelikli gayesi; ablalık tutmak değil, dere içini saran koyu yeşilliğin koynunda, kimi zaman başı üstünde kimi zaman kendini tamamen içinde bulduğu bulut yığınını arasında taştan taşa atlayarak, ara sıra suya girerek veya düşerek ıslanmak, o eski günleri doya doya yaşamak, tadına varmaktı.

Aslını, doğduğu yeri hiçbir zaman unutmaz, kendisinin de burada yaşamakta olan köylülerden biri olduğunu, zamanında çobanlık yaptığını, çimen biçtiğini, serdiğini, yağmur bulutlarının görünmesiyle tırmığı eline alıp çimen topladığını, gübre çektiğini, tahrayı eline alıp ormana gittiğini, odun edip sırtında yük taşıdığını, bezden dikilmiş okul çantasındaki kitapları ve azek torbasındaki bir parça mısır ekmeği ve minci katuğu ile korkapulden aşağı okula gelip gittiğini, kış günlerinde ise, yukarıdan aşağıya doğru kıçının üstünde kayarak geldiğinden ötürü ıslanan üst başını gören rahmetli Alirıza hocamdan sopa yediği günleri asla unutmaz ve geçmişiyle gurur duyduğunu her hal-ü-kârda ifade ederdi.

Kimi zaman kahvede okey oynarken, sağlıkocağına muayene için bir hasta getirildiğinde, yerini hemen yanındakilerden birine bırakarak, derhal hastanın yanına koşar ve büyük bir ihtimamla ilgilenirdi.

Yaylaları da çok severdi. Her yaz geldiğinde mutlaka yaylaları gezer, yayladaki annesi ve diğer yaylacıları ziyaret eder, hal hatırlarını sorar dualarını almayı ihmal etmezdi. Kibir nedir bilmezdi. Büyükle büyük, çocukla çocuk olurdu. Tulum havası eşliğinde eğlenceyi de çok severdi. Köyüne, köylüsüne çok ama çok düşkündü.

Tanısın tanımasın yanına giden her kişi ile ilgilenir, hiçbir zaman olumsuz cevap vermezdi. Çok geniş bir çevresi vardı. Dilerim, geride bıraktığı iki evladı da babalarına layık olarak hayat sürdürür ve ona layık olduklarını ispatlarlar.

Benim küçücük dünyamda farklı yeri olan üç kişiden biridir karosmon Dr. Musa ağabeyim. Onu gerçekten çok takdir ettim, çok sevdim. Hilesiz, hurdasız, gösterişten uzak, gerçek bir saygı ve sevgiyle sevdim ve seviyorum. Sevenlerinin çok olduğunu biliyorum. Cenaze namazının kılındığı cami avlusundaki manzaranın da bu duygu ve düşüncemi doğruladığına inanıyorum. Son satırlarımı Cemal Süreyya’dan bir alıntıyla tamamlamak istiyorum:

Her ölüm erken ölümdür, Ölüyorum tanrım, Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür, Biliyorum Tanrım. Ama ayrıca, aldığım şu hayat Fena değildir… Üstü kalsın…

Çok değerli ağabeyim, yolculuğun güzel, hesabın güzel, vardığın yer güzel olsun. Allah’ın sonsuz rahmeti, mağfireti seninle olsun, mekânın cennet, kabrin nur olsun. Âmin.
Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa | Word'e Aktar Word'e Aktar | Tavsiye Et Tavsiye Et | Yorum Yaz Yorum Yaz

Bu habere toplam 8 yorum yazılmıştır.

hatice azar [ 01 Mayıs 2010, 19:26 ]
ziya   abi   ben   azar   mehmedin   buyuk   kızı   abimi   ne   güzel   anlatmışsın   ağzına   sağlık
Nurdan Balcı Ayvaz [ 25 Nisan 2010, 23:35 ]
sevgili hocam,
Eline ,diline,yüreğine sağlık...Musa amcamım benim için yaptıklarını ölsemde unutamam.Allah Yerini cennet eyler(amin) İnşallah.
Sizin ömrünüzün uzun ve huzurlu olmasını dilerim...
Recep AKYILDIZ [ 06 Nisan 2010, 22:47 ]
Namik Kemal Deyişiyle: Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor,lakin vatandan ayrılışın izdırabı zor.Dr Musa KARADENİZ o köyümüz için bir değerdir ve oylede kalacaktır. Onu tanıyan kimse unutamaz.Fakat aramızdan ayrıldığına üzülüyorum. Ziya hocamda çok güzel anlatmış.Eline sağlık Ziya Hocam. Sen rahat uyu, Allah'ın rahmeti üzerine olsun. mekanın cennet, kabrin nur olsun...

Yorumların tamamını okumak için tıklayın.

Bu Yazarın Önceki Yazıları

Son Haberler

Umut yarını değiştirme çabasıdır!07 Temmuz 2019
RadyoSenoz
 
İSTEK GÖNDER

FOTOĞRAF GALERİLERİ

Yayınlanan yazıları kaynak göstererek yayınlamak serbesttir. © Copyright 2004-2009
Yazar Girisi | Altyap: MyDesign Haber