M. Said Çakır, Ormancık Köyünden (Çakıroğlu) kalkıp Amerika'ya giden bir hemşehrimiz. Alabama (Alabalık değil!) Auburn Üniversitesinde işletme mastırı yapıyor. Genç Yaklaşım dergisinin Haziran 2010 sayısında yayınlanan röportajı bilgilerinize sunuyoruz:
ABD'de Ekonomi Master Öğrenimi gören Muhammed Said Çakır ile Amerika, orada öğrenci olmak, eğitim ve hedefler üzerine bir söyleşi yaptık. Yurtdışında, özellikle Amerika'da eğitim görmek isteyen arkadaşlarımız için umuyoruz ki faydalı olur.
*ABD hâlâ rüya olmaya devam ediyor mu?
Her ne kadar "Amerikan Rüyası" kavramı eskisi kadar rağbet görmese de, dışarıdan bakınca rüya olmaya devam ediyor. Bence bunun en birinci sebebi Amerikan toplumunda olmayan veya olduğu hallerde istenmeyen, bünyeye alınmayan "baskı" unsuru. En çok dikkatimi çeken şey bu. Baskı (istibdat) kavramını yaygın medyayı da düşünerek yorumlarsak, Türkiye'de de olduğu gibi, Amerika'da da en büyük baskı aracının medya olduğunu söyleyebiliriz. Belki önceki devirlerdeki, kuvvetin öne çıktığı baskı türünden daha da sinsi olan; beyinleri, anlayışları, gözleri, duyguları baskı altına almaktan bahsediyorum. Dolayısıyla "bire-bir" mücadele tarzında, tamamen kendi iradenizle baş başa kalıyorsunuz. Eğer "Beynimi yıkamalarına izin vermeyeceğim" diye bir kaygınız varsa tabi... Sonuç olarak ailenizden, arkadaşlarınızdan veya bulunduğunuz toplumdan herhangi bir tekmil duymadan ve baskı hissetmeden; kendi iradenizle, iyi veya kötü bir şeylere yönelmeyi isteyenler için Amerika hâlâ bir rüya diyebilirim...
*Amerika'da okuyan bir genç olmak nasıl bir şey? Ya da öncelikle Amerika'daki eğitim kavramından bahsedebilir misiniz?
Çok şaşırtıcı gelebilir, ama Türkiye ile Amerika arasında hiçbir fark yok, müfredat açısından... İki yerde de aynı düşüncenin ürünü müfredat ve bakış acıları genç beyinlere sunuluyor. "Okuma"nın Türkiye'de kutsal sayıldığını biliyoruz. "Oku oku adam ol!" gibi, bizden yaşça büyüklerin söylediği çok sözler var. Hatta "İlim Çin'de de olsa alın" gibi Peygamber Efendimizin (asm) hadislerinin bu konuda istimal edildiğine hep şahit olmuşuzdur ve hâlâ oluyoruz. Daha da ilginç olanı, ilim farzdır deyip diğer bir farzın terk edilebileceğini ima edenler, öne sürenler oluyor. Kendimizi böyle yordamlarla "dindar" diye avutursak, gerçekten çok zavallı durumdayız demektir. Yaratıcının ilim demekle kastettiğini, biz eğer meslek edinmek için "diploma" olduğunu zannediyorsak bu zavallılıktır. Kendimize en büyük yalanı yutturmaktır. Yaratıcı ve yaratılan açısından bakarsam bence hıyanettir!
*(Her halde) İlim Amerika'da ki, pek çok insan oraya okumaya gidiyor.
Amerika veya Türkiye'de okullarda bizlere sunulan şey bir "ilim" değildir, kısmen bilgi aktarımı ve büyük oranda da "seküler (dünyevî) düşünme" eğitimi... Bütün öğrencilerin yaşadığı bir konu, buna en iyi örnek şu sanırım: Mikroekonomi diye bir ders var. Özellikle İktisat alanı ile ilgilenenlerin bildiği bir ders. Orada ilk konu insanın tanımı. İnsanı "sadece kendini düşünen, menfaatçi (self-interest)" diye tanımlayarak işe başlar ve bütün akışını bu tanım üzerine bina eder. Çünkü bu tanımları yapanların bilinçaltında "hayat bir mücadeledir" düsturu var. Tabii bu pencereden hayata bakanların bir sonraki adımda "güçlü olan ayakta kalır" dememesi imkânsız. Temelden yaptığı yanlışı sorgulamak bir yana dönüp etrafına bakmıyor ki bu felsefedeki insanlar! Hâlbuki insan olarak, şu soruların sorulması da gerekmez mi? "Görünüyor ki bütün insanlarda kendini ve menfaatini düşünme eğilimi var. Bunu insan kendi yaratmadı. Peki, bu özelliği veren neden böyle bir özellik vermiş olabilir ki? Zulmün ve dünyadaki savaşların, yoklukların esas kaynağı olan bu eğilim neden insanda var? Bu eğilimi körükleyerek insan, insanlıktan çıkıyor. Bunun nasıl kullanılacağını bilse bilse ancak bunu Yaratan bilir. O ne diyor acaba?" gibi soruları, bu eğitim sistemini oluşturan felsefe sormaz ve sorulmasını da mümkün olduğu kadar gündemden uzak tutar. Kendini bir şekilde dinle irtibatlı görenler için, bahsettiğim konunun eleştirisi yeterince yapılmadan, dünyevi beklentilerin de baskısıyla, "dindar dünyeviler" diye tabir edilebilecek yolculuklara yelken açma riski çok yüksek.
*Dikkatli ve sorgulayan bir zihniyete sahip olmaya çalışmalı o halde?
Evet, öyle de denebilir. Şu bulunduğum varlık âleminde 'bilim'in söylediği şeyler kesinlikle beni tatmin etmiyor. Kendime baktığımda, bu özelliklerin, maksatsız olabileceğine kesinlikle inanamam. Şu an düşünürken ve konuşurken bile, sürekli bir yaratılma durumu olmalı ki 'ben' dediğim şey yaşasın. Çünkü ben, benim varlığımı devam ettiren değilim ki! Yaratıcımı, yaratılan her bir şeyde algılayabilmek benim "eğitim"den anladığım genel bir çerçeve. Bu noktada genç aklımı, genç heyecanımı, genç vicdanımı ve diğer bütün özelliklerimi çalıştırmak istiyorum ve bunun duasını yapmaya çalışıyorum. Bundan çok büyük lezzet aldığımı da söylemeliyim. Bu eğitimi herkese tavsiye ediyorum.
*Öğrenci olarak bugün ABD'yi nasıl okuyorsunuz?
Dünyayı ağalık sisteminin hâkim olduğu tek bir aşiret gibi düşünürsek, ABD'nin dünyaya ağalık yaptığını söylemek yanlış olmaz herhalde... Her ne kadar ağalarıyla iyi geçinemeyen bazı insanlar (ülkeler) olsa da, yine de onun sözü ve telkinleri doğrultusunda hareket etme eğilimi, bahsettiğim insanlar (ülkeler) için, ağır basıyor.
*Amerika ağalık koltuğuna nasıl oturdu peki?
Özgürlüklerin yaşanması, baskının olmaması, çeşitli konularda yetenekli olduğuna inanan insanların kendilerini yetiştirmelerine çok büyük bir imkân sağlaması buna sebep bence. Herkesin kendi dünyasının padişahı olduğu bir zeminde, insaniyetini tatmak ve fikir üretmek mümkün hale geliyor. Kendi akıllarını ağasının cebine koyanlar da, burada üretilen fikirlere muntazır kalıyorlar. Ondan gelen fikirler ciddiyetle dinleniyor ve fiiliyata geçiriliyor. Çünkü "O iyi düşünmüştür, eksik yapmaz" güveni var. Her ne kadar "ağa" kendi menfaatinden başkasını düşünmese de, diğerleri onun menfaatlenmesinden garip bir şekilde zevk alıyorlar. Görünürde düşman gibi telakki edilen ülkelerin gençleri, akın akın Amerika'ya geliyor. Özellikle Müslümanların Amerika'yı seve seve tercih etmelerinin altındaki sebep iyi irdelenmeli.
*Peki neden?
Hürriyet yoksulluğu Asya'yı (özellikle âlem-i İslâmı) kavururken, Amerika niye tercih edilmesin ki? Gelişmekte olan ülkelerden, Türkiye de dâhil, Amerika'ya maddi ve manevi inanılmaz kaynak aktarılıyor. Sadece İngilizce öğrenmek için buradaki kurslara diğer devletler ve insanlar yüksek miktarda maddi kaynaklar transfer ediyor. Geçenlerde gazetede okuduğum bir habere göre Uluslararası Eğitim'den Amerikan ekonomisinin kazancı, yanılmıyorsam, ilk beş veya ilk on kalem içerisinde yazılmıştı. Hürriyet yoksulluğu özellikle Asya insanını maddi ve manevi kuruturken, Amerika hem maddi, hem manevi kazanıyor. Garip işler oluyor gerçekten. İnsanın aklının alması imkânsız. Bakıyoruz ki, Türkiye Amerika'daki İngilizce kurslarına her yıl çok sayıda burslu öğrenci gönderiyor. Türkiye'de İngilizce kursları yok mu? Milletin verdiği vergi nasıl bu kadar kolay harcanabiliyor? "Amerikan Rüyası" böylece maddiyata çevrilmiş oluyor. Gelenler bu rüya ile avunurken geridekiler de "Amerika'ya eğitime gitti" kabilinden sözlerle gururlanarak Amerika'yı zengin ediyorlar! Amerika'nın ne kadar gelir elde ettiği, açıkçası, çok da umurumda değil. Fakat devletin, burslu olarak gönderdiği arkadaşlarımızı "devletçi" yapmasından endişe ediyorum. Bunun izlerini arkadaşlarımda görüyorum. Bu hiç hoş değil. (Konuşan: Hüseyin Eren, Genç Yaklaşım dergisi, Haziran 2010) * senozderesi.com haber merkezi
Umut yarını değiştirme çabasıdır!Senoz Vadisi’nin çektikleri..."Vizontele"yi Çok önceden Bizim Köyde YaşadıkPompalıyla kurban etmekHES'lerin Derelerin Çocuklarına YaptıklarıDuyarsız kalmayalımSitemiz sizin için var07 Temmuz 201901 Aralık 201815 Ocak 201301 Kasım 201225 Ocak 201215 Kasım 200919 Mayıs 2009