Son dakika haberi bulunmamaktadır.   Senoz Esnaf  
Senoz Deresi
Anasayfa | Haber Ara | Foto Galeri | Videolar | Animasyonlar | Anketler | Sitene Ekle | Mesaj Gönder | Sohbet | MircScriptİndir

HABER ARA


Gelişmiş Ara

EN ÇOK OKUNANLAR

Gözleri görmüyor, ama hem mutlu ve umutlu

Senoz'un en uzak köylerinden biri olan Uzundere'li (Eski adı Cağak) hemşehrimiz Muhammet Ümit, 25 yıldır gözlerini kaybetmiş bir hemşehrimiz, ağabeyimiz...

Kategori  Kategori : Röportajlar
Yorumlar  Yorum Sayısı : 8
Okunma  Okunma : 3115
Tarih  Tarih : 19 Mayıs 2010, 19:36

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Bir hastalık neticesi gözlerini kaybetmiş, ama ne ümidini, ne de neş’esini kaybetmemiş. Vaktinin çoğunu çocuklara ders öğretmekle değerlendiriyor. Bunu hem Çayeli’nde, hem de kış aylarında geldiği İstanbul’da severek yapıyor. Hemşehrimiz Muhammet Ümit’i, herkesin bildiği “Momoş”u İstanbul Halkalı’da ziyaret ettik ve sizin için görüştük. “Momoş”un anlatacağı çok şeyler vardı, biz de dinledik ve sizlere aktarıyoruz.

*Önce sizi tanıyabilir miyiz? Kimdir Muhammed Ümit?

Ben, Çayeli Uzundere Köyünden (eski adı Cağak ya da Peraston) Muhammet Ümit. 5 Şubat 1955 doğumluyum. Nüfus kâğıdına göre böyle. İlkokulu Uzundere Köyünde bitirdim. Erzurum’da Şükrü Üstündağ’ın otelleri vardı. Babam da orda çalışıyordu. Ben de Ortaokulu 3 ay Çayeli’nde okuduktan sonra (12 yaşındayken) Erzurum’a gittim. Ortaokul ve liseyi Erzurum’da okudum. İlk sene üniversiteyi kazanamadım. İkinci sene Ankara Devlet Mühendislik Fakültesi, Kimya Bölümünü kazandım. 1978 yılı, anarşi dönemlerinin tam şiddetli olduğu, okula devam etmenin zor olduğu yıllar idi. Okuldan uzaklaşmak zorunda kaldık. O arada hastalandım gözlerimi kaybettim. Daha sonra da mecburen okumayı bıraktım. Aşağı yukarı 25 senedir ışığı seçebiliyorum, o kadar.

*Bir anda mı gözleriniz görmez hale geldi? Nasıl başladı hastalığınız?

Üniversite 2. Sınıfa kadar problemim yoktu. Gözlük falan da kullanmıyordum. Bir ara gözüme kanama geldi, bozdu gözlerimi. Ankara’da göz bankası hastanesi vardı. İlk ameliyatı orada oldum, gözüm açıldı çok sevindim.
Çok sıkıntılar çektim. Benim için göz her şey. Herkes için tabii. Ayağı olmayan bir insanın ayağıdır önemli olan. Benim için de göz çok önemliydi. Çok şeyler yaşadım, problemler yaşadım. Ankara’ya gittim ameliyat oldum. İlk sene sınavı kazanamayınca Çayeli’ne döndüm. 1 sene kaldım Çayeli’nde. Doktora “Gözüm açıldı, sonra göremedim. Ne oldu bana?” diye sordum. Doktor baktı, kapattı, yıldızlama oldu. Ondan sonra gözüm daha görmedi.
Dedim ki ilaç falan dökmüşlerdir her halde onun etkileri olmuştur diye düşündüm. Ertesi gün gözümdeki bandajları açtılar, ama görmedi gözüm. Hocaya sordum, beni götürdü odasına. “Arka taraftan kan geliyor, ameliyat edince kanı aldık, gördün. Tekrar arka taraftan kan geldi kapandı gözlerin. Biraz nasip işi…”
Şimdi şunu söyleyeyim. Dedim ya çok sıkıntılar yaşadım, ailemin benden çok umudu vardı. Bizim babalarımız okuyamamıştı, imkânları olmamıştı.  Çok zor şartlardan geçmişler, okuyamamışlar. Ben okurken iyi bir yazılı notu getirdiğim zaman babam havalara uçuyordu. Ailede önde gelen ben olduğum için, “Ben seni belli bir yere kadar okuturum, gerisini sen yapacaksın” diyorlardı.
Sonra okumayı da lise döneminden sonra aşabildim. Baştan çok zorlandığım şeyler oldu. Erzurum’a gitmesem okuyamazdım zaten. Okumanın değerini orada anladım. Ben de ille okuyacağım diye kendimi zorlandım, sonra hastalanınca okumaktan vazgeçince, çok sıkıntıya girdim.

Trabzon’a bir doktora götürdüler beni, birader ve eniştem vardı, doktora gittik, ismi hâlâ hatırımda: İbrahim Bölükbaşı. İçeri girdik yazıhanesine, oturduk bekliyoruz. Ben hiç kimseyle konuşmuyorum, moralim bozuk, konuşma isteğim yok. “Nasıl yaşayacağım?” diye düşünüyorum, kendi kendime soruyordum. Yaşım 23-24 civarında. Sonra şu da beni özüyor, çevremin benden acayip beklentisi vardı, ne yapayım diyorum kendi kendime. Az çok çevremin etkisiyle, yurt dışından bile arayıp soruyorlar, “İsviçre’ye götürelim, Rusya’ya götürelim tedavi için araştıralım” diyorlar. Böyle bir hal yaşıyoruz.
Trabzon’daki doktor dedi ki, “Ne biçim halin var, Karadeniz’de gemilerin mi batmış?” Şok oldum, ben hiç kimseyle konuşmadım, bekleme odasında oturduğumda, yabancıyım, Trabzon’dayım, yoksa bozuk atıyor bana… Zaten moralim bozuk… Yanımdakilere kızıyorum “Doktor bana niye bozuk atıyor siz niye bir şey demiyorsunuz” diye.
Neyse gel otur dedi. Baktı biraz muayene etti, bir şeyler sordu. Ben de anlattım. “Seninle biraz sohbet edebilir miyiz?” dedi. Sonra dedi ki “İçeri girerken sana bozuk attım.” Gülümsedim, “haberim var o kadar deli değilim” anlamında… “Evet anladığıma göre sinirli bir arkadaş değilsin” dedi. O zaman içimden dedim ki, “İyi ki bozuk atmadım bu doktora” diye düşündüm. Doktor bana dedi ki “Bunlar senin neyindir?” “Biri kardeşim, biri eniştem” dedim. Peki dedi “Bunları sever misin, bunlar seni sever mi?” “Ben de severim, onlar da beni sever” dedim. Peki o zaman hasta olmanda çevrendeki insanların bir kusuru var mı, tedavi ettirilebilsen, tedavilere götürürler mi? Götürürler dedim.
Anlattım ya yurtdışında profesörlere bile sordular, “evet” dedim. Dedi ki “Bak sen bunları seviyorsun, benim elimden böyle hastalar gelip gidiyor, kimisi iyileşiyor, kimisi iyileşemiyor, dünyada gözünü kaybeden ilk hasta değilsin, son hasta da sen olmayacaksın. Böyle de yaşanabilir. O seçim senin. Ama senin şu hakkın yok: Sen kimseyle konuşmuyorsun. İki saat seni seyrettim. Sen evde de böylesin.”
Doğrusu, kimsenin yüzüne çıkmak istemiyorum. Yanlış.. Doktor devam etti: “Mademki seni bu kadar sevenler, hastalığının tedavisi için uğraşanlar var. Senin bunları üzmeye hakkın yok. Senin moralin bozuk olduğu zaman onlar senin yanında neşelenemezler, onların mutluluğunu engelliyorsun” dedi.
Bir düşündüm, gerçekten öyle. Bir gün evde sofra hazırlandı, misafirler gelmişlerdi. Dediler ki “haydi yemeğe.” Ben de yemek istemiyordum. Dedim ki kendi kendime “Şimdi Momoş, kalkacaksın odaya masaya yemek gelmiş, birileri çalışmış kazanmış üretmiş, pişirmişler masaya getirmişler, sen ekmeği alacaksın yiyeceksin. İki metre uzağa gidip de o yemeği bulamıyorsun, orada sehpaya mı toslayacağın, bu hayat nasıl geçecek? Doldurdum boşalttım, ağlamaya başladım. Ağladıkça da rahatlıyorum, baktım ki geldi herkes, Momoş ne oldu bir yerin mi ağrıyor? Neticede onlar da yemek yemedi, ben de yemedim.
“Sen insanlara yemek de yedirtmiyorsun, ağlayacaksan kendi kendine ağlayacaksın” böyle sıkıntılar yaşadım. Çevremdeki arkadaşlarım, dostlarım herkesin sayesinde onların yardımlarıyla biraz da kendi emeklerim var tabi birisine yardımcı olduk, diyalogu sağladım, Allah’a şükür mutluyum, o sıkıntıları aştım, ondan sonra da iki sene sıkıntı yaşadım.

Kendimi oyalamak için, öğrenciler var, onlarla yavaş yavaş ders çalıştım, onların derslerine yardımcı olmaya çalıştım, o anlık ödevlerini yapmaya çalıştım, hayatımı bu şekilde düzene sokayım diye düşünmemiştim. Bir iki derken, baktım ki çocuklar da mutlu oluyor, çevredekilerden, Çayeli’nde olsun apartmanda öğrencilere ders konusunda yardımcı oldum ve olmaya da devam ediyorum.


*Aradan yıllar geçtikten sonra nasıl bir değişiklik oldu?

Benim okuduğum zamanda, matematikten küme diye bir şey görmedim. Benim zamanımda küme Türkçe’de vardı. Çok dersler çok farklı. Hatta şöyle bir şey oluyordu: Çocuk geliyor bana, “Momoş amca her şeyi bilir” diye bakıyor. “Kümeleri bilir misin?” diyorlar. Bilirim diyorum. Ben sanıyorum Türkçe dersi… Meğerse matematik dersiymiş. Sonra baktım ki durum farklı. Dedim ki bu çocuk 13-14 yaşında, ilk defa bunu görüyor ve öğreniyor. Ben bunu nasıl bilemem? Hemen çocuğu çağırdım geri. Dedim ki “Defterlerini al getir, bir oku bakayım.” Okudu yavaş yavaş onlarla beraber çalışa çalışa, hem bilgilerim arttı, hem de öğrendim.
“İşlem biliyor musun?” diye soruyorlar. “Biliyorum” dedim, toplama, çıkarma, bölme gibi. Bir soru sordu bilmiyorum, çocuklarla çalışa çalışa öğrendim ve öğretmeye devam ediyorum. Önümüzdeki sene bir başkasına anlatabilirim diyorum ve öğrenmeye ve öğretmeye devam ediyorum. Benden ders öğrenmeye gelen çocuklara diyorum ki, “20 sene var gözümü kaybettiğim. Ben gözlerimi kaybetmeseydim arasam da beni bulamayacaktın. Ben buradayım seve seve gel, bütün sıkıntılarını bana anlatabilirsin. Ben de yaşamışım, arkadaş sorunların olur, annenle babanla olan sorunları da çözmeye yardımcı olurum” diyorum.
Yapmışım da buna benzer şeyleri. Çocukta böyle bir güven hasıl oluyor. Bir de şunu anlatıyorum çocuklara: Okuyalım, ileride bunun karşılığını mutlaka göreceksiniz diyorum. Bilgili kültürlü insan olacağız diyorum. Okumuş olan insanlar herkese faydalı olur diyorum. Bunu da anlatıyorum çocuklara. Demek ki sen de toplumda saygı göreceksin buna göre oku diyorum. Özellikle beni yaşama bağlayan bunlardır, hem zamanımı böyle geçiyorum hem mutlu oluyorum. “Geldim, öğrendim mutluyum” diyenler var. Ben de onlara teşekkür ediyorum. “Siz gelmezseniz ben kara kara oturacağım, sen geldin, sana bir faydam dokunduğu için mutluyum, yol gösterdim sana, bak bu konularda haberim yoktu, iyi ki geldin, öğrendim ben de senden aldığım bilgileri başkalarına öğrettim” diyorum.

*Kitap okutup onları dinleme imkânı oluyor mu? Malüm, Cemil Meriç uzun yıllar saatlerce kitap dinleyerek, kimsenin yazamadığı yazıları yazmış, o mânâda...

Bende çok hatıralar var, kaleme almak isterim. Tabi ki insanlar şöyle bir şey düşünüyorum. Bizim toplumumuz kitap okumada biraz sıkıntılıyız. Ben gazete okutturuyorum. Ya da bir kitap, çocuğa diyorum ki, sesli oku ben de duyabileyim. Şunu hissediyorum. Mesela gazetede makale okunurken, çevremdekiler magazin ve ona benzer haberler okuyorlar, makaleyi okuturken, bakıyorum kendi zevk duymayınca ben de okutturmuyorum. Sen okurken sadece bana okursan memnun olurum. Kendine okurken istifade ediyorum.

*İnternet sitelerinde sesli makaleler, sesli kitaplar var. Onlardan istifade imkânı var mı?

Ben biraz araştırdım. Kitap okuma hevesim vardı, klasik eserlerim var. Hasta olduktan sonra bile dokunarak kitaplara, hangi kitap olduğunu hissediyordum. Şimdi o kitaplarımı okuttururken, düşündüm ki herhangi bir kitap, bir yazı neyse bunları kasetlere aldırayım. Ama o yıllarda bu günkü gibi imkânlar, dijital kayıtlar yoktu. Bir iki denemesini de yaptım, 5- 10 tane kaset aldım, kasetler sardı bozuldu o da zevk vermedi bana.
Şimdi araştırıyorum dijital şeyler, bazen radyolarda duyuyorum. Genelde o zamanlarda olmuyordu. Ben oturduğum zaman, öğrencim olduğu zaman, zaten zamanım olmuyor. Birkaç saat ders verdim mi vakit bitiyor. Senin o dediğini düşündüm, konuşan bilgisayar bile araştırdım, bulamadım kendime uyun bir şey.
Bir zamanlar daktilom vardı, o zamanlar mektup falan yazıyordum, o yıllardaki askerler yaşamıştır. Boş zamanlarımda askerlere 10 parmak daktiloyla yazıyordum. Geçende elektronik kitap çıktı. Onu nasıl bulacağım diye düşünüyordum…

*Gözlerinizin görmez hale geldiği ilk günlerle bugünü kıyasladığınız zaman nasıl bir fark hissediyorsunuz?

Hakikaten düşündüm, bir yerde gören bir gözünüz var, kendi kendinize koşuyorsunuz, top oynuyorsunuz, yaylaya gidiyorum, herkesin yaptığı şeyi yapıyorum.
Elektrik çalışması oluyordu Ormancık, Yenice, Başköy Uzundere; bu 4 köyün elektriği birden bağlandı. Ben Çukurluhoca’dan yukarıya her direğin tepesine çıkmışımdır. Onu da şu kadar söyleyeyim. Bizim o bölgeye elektriğin gelmesinin sebebi, çalışmaları o ihtilal hükümeti vardı. 1980 yılı. İhtilal hükümeti zamanında muhtarları çağırdı Rize’ye. Bizim de Rahmetli Baki Amca muhtardı. Baki Demirci. Beni çağırdı köyde o zaman biraz daha tahsilin verdiği bir şey var. Yönlendirici elebaşı. Momoş geldi, Momoş gitti… Biz gittik Rize’de elektrik kurumuna konuştuk. Dediler ki “Bize köylü yardım etsin, teknik elemanı da biz verelim, bu işi yapalım, elektrik gelsin köylere.” Her gün köylerden ikişer kişi gidecek çalışmaya. Beni o yönlendirdi. “Sen plan yapacaksın, liste yapacaksın, her evden sırayla ikişer kişi göndereceksin.”
Ben de baktım Uzundere’ye elektrik gelecek, niye olmasın dedim. Gittik konuştuk ayarladık, her gün ikişer kişi, bazı fazla ihtiyaç oluyor, ihtiyaca göre toplandık gittik. O günler köyler kalabalıktı. Eleman bulunuyordu. Her evde ikişer üçer kişi bulunuyordu. Köydeki iş gücü olarak yaylacılık vardı. Biz oradan yukarı demir direkleri getirdik, diktik. Beni o elemanlar da hiç peşlerinden ayırmadılar. Bizim köye geliyorlar, ben peşlerine gidiyorum. Bir evde misafir kalacakları zaman beni göndermediler, arkadaş olduk. Kaç sene geçmiş arası. 1981 yılının Aralık ayında bizim köye elektrik geldi. Yenice’de tören yapıldı. Orada elektrik bağlandı. Çataldere’ye 1 sene sonra bağlandı elektrik. Biz orada Başköy, Ormancık birbirimizi zaten tanıyoruz. Çalışıyoruz. O şekilde bir zaman Yenice üzerinde çalışıyoruz. O gün makara yuvarlattık tel makarası, ormandan gittik çekmeye başladık, çok kalabalık oldu, yayladan gelenler vardı. Akşam üzeri biz de çalışıyoruz. Baktım resmi araba geldi. Kurumun arabası, kaymakam falan gelmiş. Müdür geldi. Dediler ki müdür seni çağırıyor. Ben de gittim yanlarına, hoş geldiniz dedim. Dedi ki senin adın nedir? “Muhammet, ama bana “Momoş” diyorlar. Çocuklar bana hep Momoş derler. Köyde “Muhammed Ümit”i arıyorum deseler kimse tanımaz.
Adam dedi ki, “Biz elemanlarımıza sorarız ki nasılsın, memnun musun, halk sizinle ilgileniyor mu? Bize senin adını verdiler. O köylerden hepsinden memnunuz, o yukarı ki köyler bildiğiniz gibi değil, sahil kesimindeki insanlar gibi değil bizim yukarı ki köyler. Biraz erken bozulmuşlar. O köylerin insanlarıyla hiçbir problemimiz yok. O köylerin gençliği olduktan sonra seve seve çalışırız, hiç sıkıntımız yok. Size teşekkür ediyorum.”
E tabi orada biraz da mutlu oldum. Çok anılarımız oldu onlarla. Diyeceğim, yoğun bir şekilde çalıştık 4 köye birden elektrik bağlandı. O elektrik bağlandığı zaman eskiden gaz lambaları, biz ders çalışıyorduk çocukluğumda eski evlerde bir köşe var 3 tarafa da ışık verecek ‘heyet’ dediğimiz bölüme. Koyuyorlar lambayı oraya. Kitabı yukarı kaldırıp okuyorduk. Şimdi öyle mi? Genciz o zamanlar, elektrik geldi çok sevindik. “Erken geldik dünyaya” diyorlardı ihtiyarlar. Elektrik geldiği zaman her gün gitmiş çalışmışım ya, sanki ben getirmişim gibi herkes seviyordu beni…

*Yayla hatıralarınız var mı?

Yayla hatıralarımız çok. Şimdi yaylada unutamadığım şey “behur” olayı var. Oraya bir tatil mahiyetinde Şemkoğut’a gitmek, hava oldukça iyi, güneş de oluyor. Bizim oralar genelde yağmur oluyor ya. Şimdi katırlar vardı kervan olarak herkesin yükünü katırlara veriyor. Bir grup gidiliyor. Ondan sonra Cagad’da bir yemek molası veriliyor. Cenlipos’tan sonra Heyelik, Pornak’a çıktığımız zaman oradan silah atılıyor. Dürbünle bakılıyor. Bir sevinç başlıyor. Şemkoğut’da bazen de alış veriş için “Cimil”e gidiliyor. Yayladaysan aşağıdan gelenlere “Bizden kimse gelmiş mi?” diye bakılırdı…

Ben o “vaytevor ya da behur”u şöyle hatırlarım: Kasar Nihat var, bilirsiniz. Bir teybi vardı onun. Teybi ilk kez orda görmüşüm. Onun bir katırı vardı. Hüseyin Kasar’ı göndermiş, ”Git kocakariyi al gel” demiş. Heyelikten Şemkoğat’a getiriyor. Akşam oldu. Ben yayla çobanıydım. Ahır yoktu o zamanlar. Babaannemle konuşuyor Kasar Nihat. Elinde birşey var görmemişiz... “Seni kimun kateri geturdi?” dedi. Babaannem “Do heyirsuz, göre bi katerun gelmiş beni Heyelik’ten almiş, oni mi konuşursen” diye fırça attı. Neyse biraz sonra baktum bi ses geleyi. Babaannem dedi ki “Bu nedur?” Nihat amca da “Hala bu teyiptur” dedi. Teybi ilk o zaman gördüm. 62 yılında bu olay yaşandı.
Yaylalarda çok çobanlıklarımız oldu, inek kaybolmaları çok olurdu. O yardımlaşma çok hoşuma giderdi. İnekler kaybolunca hep beraber aramaya çıkardık. Rahmetli Gotolci lakabiyle, Karayib’un İbrahim amca yönlendirici. Seğeri kaybolan direr, ona durumu anlatır. Biz ondan iş bekliyoruz. Bize desun hemen gidelum. Gece hiç korkmazdık. Üç beş kişi toplanıp gidip seğer arıyoruz. Bir yardımlaşma dayanışma vardı. Dediğim gibi yük taşıma katırlar sırtında evlerin örtülmesi imece usulleri yapılırdı. Kaybolan sırıklar aranırdı.

*Çoban arkadaşların kimdi?

Aptoğuli İsmail Temurci, Etem Demirci, Yalçın Öztürk, İbrahim Gotolci, Ali Balcı, Çakeroğli Ali, Cermoğulu Hamit, Yaşar… Daha bir sürü çobanlık arkadaşım vardı.

*Yaylacılardan hatırında kimler var?

Her yerden tanırım. Misal. Memişun Müyesser, Safinaz Demirci, Hüseynahun Babaanne vardı, Hatice Ablam vardı. Rahmetli annem vardı. Onlarla beraber biz yaylaya giderduk, dönüşte onlara derdum ki, “Ben gideyum aşağı, yeruma sizi tayin ettum. Ben geldum mi sizin görevinuz otomatikman düşer” derdum. Mesela Şener Demirci, Ali Akın, birsürü, Mevlüt Öztürk, yayla çobanı. Cimil yolculuklarımız olurdu. Şemkoğut’tan dut ve diğer eksiklerimiz olurdu, gider onları alırdık. Ormancık’tan Ecemun Şaban Sayın vardı. Hep beraber giderduk.
Met oynamak, keç oynamak, “Nişonli”de top oynarduk, bir plastik topumuz olurdu, patlayınca oyun biterdi. Paramız da olmazdı. Genelde met oynarduk. Kol taşı atma oynarduk. Gülle gibi taş atarduk. Genellikle akşamları horon oynardık. Gece toplonurduk yaylanun ortasına horon oynarduk. Ovid’de oynarduk. Şemkoğut’ta evlerin yakınında horon oynarduk. Karşılukli türki söylerduk. Hatıralarım bu şekilde.

*Hemşehrilerimize bir mesajınız var mı?

Hemşerilere,  bu hatıraları okuyup beni hatırlayacak olanlara teşekkür ediyorum, mutluluklar ve sağlıklar diliyorum. (Görüşen: F.Çakır)
*
Senozderesi.com haber merkezi

Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa | Word'e Aktar Word'e Aktar | Tavsiye Et Tavsiye Et | Yorum Yaz Yorum Yaz

Bu habere toplam 8 yorum yazılmıştır.

havva okumuş koçer [ 10 Haziran 2010, 12:34 ]
biryerlerde tıkanıp kaldığımda, soluk almam güçleştiğinde hep yanımda olan güzel insan iyi ki varsın...iyi ki ağbimsin....RÖPORTAJ İÇİN SENOZDERESİ.COM EKİBİNE TEŞEKKÜRLER....
Fadıl GÜNEY [ 22 Mayıs 2010, 14:21 ]
MOMOŞ KARDEŞİMLE UZUNDERE MEKTEBİNDE ARAMIZDA GEÇEN BİR ANIYI ANLATMAK İSTİYORUM AMA OLAYIN ELEBAŞISI MOMOŞ.İLKOKULA MOMOŞLA BERABER BAŞLADIK.5.SINIFA GELDİĞİMİZDE DEVLET KÖY OKULLARINA UN,VİTA YAĞI VE SÜT TOZU YARDIMLARI YAPMAYA BAŞLADI.SENE 1965.OZAMAN ARABA YOLU BABİĞE KADARDI.OKULA HABER GELDİ SİZİN ERZAKLAR BABİKTE GELİP ALABİLİRSİNİZ DİYE.ÖĞRETMENDE ETHEM DEMİRCİ,İSMAİL DEMİRCİ,MOMOŞ ÜMİT VE BENİ ERZAKLARI ALMAK İÇİN BABİĞE GÖNDERDİ.GİDERKEN HAÇİKLİDE FEHRİ EMİCEYE RAST GELDİK.FEHRİ EMİCE BİZE 1 LİRA VERDİ VE 2 PAKET KÖYLÜ SİGARASI GETİRİN DEDİ.BİZDE ERZAKLARI VE SİGARALARI ALIP DÖNERKEN BİRER TANE SİGARA İÇELİM DİYE ARAMIZDA ANLAŞTIK.BİR SÜRE GELDİKTEN SONRA OLO UŞAKLER HAYDE BİRER SİGARA DAHA İÇELİM DEDİK ONUDA İÇTİK.ÖYLE BÖYLE DERKEN DÖNENE KADAR SİGARALARIN YARISINI BİTİRDİK.KORKTUĞUMUZ İÇİNDE FEHRİ EMİCEYE SİGARALARI VEREMEDİK.AMA ERTESİ SABAH ERKENDEN FEHRİ EMİCE SOLUĞU MEKTEPTE ALDI.(ALLAH SELAMET VERSİN OZAMANKİ ÖĞRETMENİMİZ KAZIM DEDE)MEĞERSE ETHEM,İSMAİL VE MOMOŞ ARALARINDA KARAR ALMIŞLAR ÖĞRETMEN SORUNCA FADIL İÇTİ DİYECEĞİZ DİYE.NEYSE FEHRİ EMİCE ÖĞRETMENE ŞİKAYET EDİNCE ÖĞRETMEN BİZİ ÇAĞIRDI.KİM İÇTİ SİGARALARI DİYE SORDU.BUNLAR ANLAŞMIŞYA BENİM SEPETİME YIKTILAR BU İŞİ.YEDİĞİM SOPANIN ACISI DAHADA GEÇMEDİ.AMA ÇOK GÜZEL GÜNLERDİ.SELAM OLSUN O GÜNLERE...
alipasa beyaz [ 22 Mayıs 2010, 03:01 ]
momos abi benimabilerimin cok samimi arkadisidir en son hamitabimle uzunderede evine ugrayarak sohbetimkani bulduk allahim bu abimin gormesini engelleyip goremedigi butun guzellikleri kalbine yuklemisdir insallah omru uzunolur ve verdigi paha bicilmez hizmete devam eder saygilarimla umit abi

Yorumların tamamını okumak için tıklayın.

Röportajlar

En Çok Okunan Haberler

Umut yarını değiştirme çabasıdır!07 Temmuz 2019
RadyoSenoz
 
İSTEK GÖNDER

FOTOĞRAF GALERİLERİ

Yayınlanan yazıları kaynak göstererek yayınlamak serbesttir. © Copyright 2004-2009
Yazar Girisi | Altyap: MyDesign Haber