Son dakika haberi bulunmamaktadır.   Senoz Esnaf  
Senoz Deresi
Anasayfa | Haber Ara | Foto Galeri | Videolar | Animasyonlar | Anketler | Sitene Ekle | Mesaj Gönder | Sohbet | MircScriptİndir

HABER ARA


Gelişmiş Ara

EN ÇOK OKUNANLAR

Tulum denince akla onun adı gelir!

Bu sözü ünlü bir reklamdan kopyaladık, ama her halde uygun düşmüştür.

Kategori  Kategori : Röportajlar
Yorumlar  Yorum Sayısı : 0
Okunma  Okunma : 5436
Tarih  Tarih : 25 Aralık 2009, 00:41

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Gerçekten de gençiliğimizde tutum sesi duyunca Remzi Bekar'ı hatırlardık. Remzi Bekar ile yapılan bir röportajın sizin de ilginizi çekeceğini umuyoruz. Buyurun, hatıralarla süslenmiş Remzi Bekar röportajına:


*Klasik bir soru olacak, ama sohbete sizi tanımakla başlasak?

1937 senesinin Mart ayında Rize'nin Hemşin ilçesinde doğdum. 1954'e kadar Hemşin'de yaşadıktan sonra önce Erzurum'a çalışmaya, ardından İstanbul'a çalışmaya geldim. 1 Nisan 1955'ten beri de İstanbul'da ikamet etmekteyim. Ama her sene köyüme giderim.

* O zamanlar Hemşin'de yaşam nasıldı?

Benim çocukluğum maddi yönden sıkıntılarla geçti. Çok fakirdik biz. Hatta bu yüzden nüfusa geç kayıt oldum. 6 yaş küçük yazıldım. Yani 1937 yerine 1943 yazıldı.

* Neden?

Dediğim gibi, fakirdik. Babam ben doğduktan sonra muhtara gider ve "Benim bir oğlum oldu. Adı remzi. Nüfusa kaydettir" der. Muhtar; "Kayıt yaptırmak için pazara gitmek gerek. Bunun için para vermelisin, ya da benim tarlayı kullanılır hale getirirsin, ben kaydını yaptırırım" der. Babam da para olmadığı için tarlada çalışır ve 1 hafta içinde muhtarın tarlasını kullanılır hale getirir. Muhtara kayıt işlerini hatırlatır. Muhtar yaptığını söyler ama yapılmamıştır.

* Nasıl farkettiniz?

Benim üç ağabeyim vardı, biri vefat etti. Üçüde okula gittiği için ben de onların sayesinde okur-yazar olmuştum. 13 yaşındaydım. Annem bana kendi şivesiyle "Sen okuma yazma biliyorsun. Sana bir şahadetname(diploma) lazım. Git kendini okula kaydet" dedi. Bende Hemşin İlkokuluna gittim ve beni kaydedin dedim. Benden nüfus cüzdanı istenilince nüfus müdürlüğüne gittim. Koca kara defteri açtılar, baktılar ve kaydımı bulamadılar. Git babana söyle, kaydını yapsın dediler. Eve üzülerek geldim, durumu anneme anlattım. Annem de babama. Babam nüfus müdürlüğüne gider ve muhtarla olan olayı anlatır. O zaman muhtar vefat etmişti. Nüfustan babama oğlunu 13 yaşına kayıt edersek geç yazdırdığın için yedi buçuk lira ceza ödemek zorunda kalırsın. Eğer altı yaş küçük yazdırırsan yetmişbeş kuruş ödersin dediler. Babamda da para olmadığı için mecburen beni altı yaş küçük yazdırır. Yani, dediğim gibi 1937 yerine 1943 yazılır.

* Bu durum sizin yaşantınızı nasıl etkiledi?

Okuldan sonra sosyal hayata atılınca bu durumun zorluklarını çok yaşadım. Çok güzel iş teklifleri gelmesine rağmen altı yaş küçük yazıldığım için askere gidemedim ve teklifleri kabul edemedim.

* Ne yaptınız peki?

Hemşin'de okumadığın zaman sana gurbet yolu görünür. Bize de o yol göründü. Çünkü maddi durumumuz okumama müsait değildi. 1954'te önce Erzurum'a gittim. 11 ay orada bir pastanede çalıştıktan sonra geri döndüm. 27 Mart 1955'te Hemşin'den ayrıldım ve 1 Nisan'da İstanbul'a geldim. Tulum çalarak geçinemezdim. Mutlaka kendime bir iş edinmeliydim ve turizmi seçtim. Ağustos 1956'da Taksim'de Vehbi Koç mahiyetinde Divan Oteli açıldı ve ben orada komi olarak işe başladım. Ama nasıl bir ortam, her yeri halılarla kaplı. Herkes verir misin, gelir misin diye konuşuyor. Ben hiç alışık değilim, köyden gelmişim. Korkuyorum kovacaklar diye. Ama bir senenin sonunda öyle bir duruma gelmişim ki farkında değilim. Bir gün İsveçli müdürümüz yanıma gelir ve yarı türkçesiyle "Sen çok iyisin. Sen papyon takacaksın, biraz lisan öğreneceksin ve garson olacaksın" der. Divan Oteli'nde garson olmak bir üniversiteyi bitirmek demektir. Sevinerek kabul ettim. Üçüncü sınıf, ikinci sınıf derken birinci sınıf garson oldum ve 1963'te askere gittim. Giderken bana "Senin dosyanı kapatmıyoruz, gelince burada devam edeceksin" dediler. Acemiliğimi Manisa-Menemen'de tamamladıktan sonra beni torpille Ankara-Orduevi'ne aldırdılar.

* Askerde'de tulum çalmaya devam ettiniz mi?

Tulum'dan hiç vazgeçmedim ki. Tulum çalmak en büyük aşkım. İlk kez 6 yaşında tulumu gördüğümde büyülendim, sevdalandım. O gün bu gündür tulum çalarım ve tulumu Türkiye'ye ve Dünya'ya tanıtmak için çok mücadele ettim. Bunda da muvaffak olduğuma inanıyorum. Aslında tulum çalan çok kişi var ve o zamanlar beni ceplerinden çıkartacak tulumcular olmasına rağmen kendi içlerinde kalmış, çemberi yırtamamışlardı. Bense tulumu herkes duysun, bilsin istiyordum. Çünkü tulum bir türk çalgısıdır ve çok güzel bir sese sahiptir.

* Siz nasıl duyurmaya başladınız?

Askerdeyken Hemşinli birisi tulum çalıyor diye duydum. O zamanlar televizyon yoktu. Ankara radyosu meşhurdu. Herkes giremez oraya. Bu radyoda tulum ara sıra çalıyordu. O tulum çalan arkadaşı gördüm ve kendisine neden çaldığın parçaların adını anons etmiyorsun dedim. Etmiyorlar dedi. Nasıl etmezler, bütün türkülerde anons ediyorlar ama dedim. Kendisine radyoya geleceğimi söyledim, sokmazlar dedi. Bende giyindim kuşandım radyoya gittim. Nida Tüfekçi, Ali Can, Mustafa Geceyatmaz, Osman Özdenkçi hocalar o zaman yurttan sesleri sırayla yönetiyorlardı. Ve o zamanlar halk müziği tek başına bir kurum değildi. Sanat müziğiyle birlikteydi ve Muzaffer İlkar mahiyetindeydi. Ben Ali Can beye gittim. Tulum çalıyorum ve radyoda çalmak istiyorum dedim. Bana tulum çalan bir kahveci arkadaşımız ara sıra çalıyor ama istediğimizi vermiyor. Siz doğmadan Mustafa Garipoğlu vardı -doğru ilham aldığım kişidir- kulağı duymazdı ama bize riayet ederdi. Bu delikanlı bir türlü bize intibak etmiyor dedi. Beni dinleyin dedim ve beni Muzaffer İlkar beye götürdü. Bana şu tarihte tulumunla gel, dinleyelim dediler. Verilen tarihte gittim, hepsi beni dinledi, yorum yaptı -güzel çalıyor, iyi çalıyor gibi- Ama bir tek Nida bey yorum yapmıyor. Odadan çıktık, koridorda yürüyoruz. Osman bey Nida bey'e neden yorum yapmadığını soruyor. Nida bey'de ne yorum yapayım, temiz çalıyor dedi. Başka birşey demedi.

* Yani "iyi çalıyor" mu demek istedi?

Evet, o anlamda kullanmış. Kendileri daha sonra halk müziği ayrı bir kurum haline gelince İstanbul Radyosuna geldi. O zaman benim askerliğimde bitmişti ve yanına gitmiştim. İstanbul'da devam etmek için o zaman sorup öğrenmiştim ne demek istediğini. Bir ezgi çalmak için parmaklarını çok sallıyor. İyi çaldıklarını sanıyorlar ama bozuyorlar. Sen ezgi neyse parmaklarını basa basa onu çalıyorsun. Temiz demek bu demek demişti.

* Sonra ne oldu?

Sonra ben plak çıkarmak istedim. Şefim Orhan Kutbay bu isteğimi biliyordu ve o sırada otelde Gramafon Şirketi'nin Alman sahibi Gutenberg'le tanıştırdı. Bana bir isim verdi ve Yeşilköy'deki plak fabrikasına gönderdi. Gittim ama orası aslında gerçekten bildiğimiz plak yapım yeriymiş. gittiğim kişi bir yanlışlık olduğunu söyleyip beni Gramofon Şirketinin Halk Müziği Müdürü Moiz Filiba'ya gönderir. Moris Bey daha önce tulumu hiç duymadığını söyler. Hatta o sırada şarkıcı Güneri Tecer plağını imzalamak için orda bulunuyordu. Ona sordu, hiç duymadım cevabını aldı. Ardından Halk Müziği yönetimindeki Selahattin Sarıkaya'ya sordu.O da "biraz duydum ama bilmiyorum" deyince Moiz Bey bana dönüp, "Evladım kimsenin bilmediği tulum için sana nasıl plak doldurayım" dedi. Çok kızmış ve sıkılmıştım. Çalmamı istediğinde "Çalamam çünkü öyle çirkin sesi var ki yerinizde duramazsınız, çünkü anlamıyorsunuz" dedim. Sonra onlar kendi aralarında konuştular ve bana "Sana plak dolduracağız ama 3 yıl hiçbir yerde tulum çalmayacaksın ve her satışta 25 kuruş para vereceğiz." dediler, bende kabul ettim. Aradan bir ay geçti, bunlar beni otelde ziyaret ettiler. Halkın çok beğendiğini ve çeşit istediğini söyleyerek iki plak teklifi daha yaptılar. Yalnız bu sefer 1500 küsür para vereceklerdi. Aradan yıllar geçiyor Selahattin Sarıkaya'yla bir gün yolda karşılaşıyoruz ve bana diyor ki, "Senin ilk plağın 90 bin satmıştı. O yüzden senden o iki plağı istediler."

* İlk plaktan bugüne Türkiye'de ve dünyada tulumun tanıtımı için çok mücadele ettiniz. Mücadelenizin karşılığını alabildiniz mi?

Ben ilk tulumun sesini duyduğumda aşık olmuştum ve o gün bugündür bu aşk benim hayatım oldu. Tulum, bir Türk çalgısıdır ama çok ilginçtir ki Türk çalgıları arasında yeri yoktur. Yer almamasının nedeni de zamanında TRT'de çalgıların listesi yapılırken tulum ayda dört kere çaldığı için listeye alınmaz. Nedeni masraf olmasın diye. Bu böyle devam etmiş ama bu yanlıştır. Tulumun hak ettiği yeri alması için yıllardır mücadele ediyorum, ömrüm yetene kadar da mücadele edeceğim. Halkın beğendiği ve Türk halkına ait tulumun yeri bu olmamalı.
Oysa bir İngiliz araştırmacı olan Laurence Pickien yıllarca sürdürdüğü araştırma sonucu yayımladığı Türk Folkloru hakkındaki kitabında tuluma 28 sayfa yer ayırır ve der ki: "İddia ediyorum dünya üzerinde tulumun atası Rize Hemşin'de yapılan tulumdur. Biz de ise tulum ortada..."

*

Remzi Bekar kimdir?
Remzi Bekar, tulumu TRT'nin Türk çalgıları kadrosuna sokmak için yıllarını verdi. Bunu kendisinin dışında kim başarırsa "Elini öperim. Yeter ki tulum hak ettiği yeri alsın" diyebilecek kadar mütevazi ve tulum aşığı. 6 plak, 8 kaset, TV programları, yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerin yanı sıra 5 yıldır Hemşin hakkında yaptığı araştırmaları kitap haline çevirmekle meşgul bu aralar. Tulum için ne yapılması gerekiyorsa yaptı. Hatta 5 perdeden oluşan tulumu 6 perdelik yaparak "Si" ve "La" sesine "Fa" sesini ekleyerek tuluma farklı bir ses kattı. Boşa dememişler; Hemşin deyince tulum, tulum deyince Remzi Bekar gelir akla.
(Çaykur Rizespor dergisi, Eylül 2006 [yıl:2 sayı:13] tarihli sayısından alınmıştır.)
*
senozderesi.com haber merkezi

Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa | Word'e Aktar Word'e Aktar | Tavsiye Et Tavsiye Et | Yorum Yaz Yorum Yaz

Röportajlar

En Çok Okunan Haberler

Umut yarını değiştirme çabasıdır!07 Temmuz 2019
RadyoSenoz
 
İSTEK GÖNDER

FOTOĞRAF GALERİLERİ

Yayınlanan yazıları kaynak göstererek yayınlamak serbesttir. © Copyright 2004-2009
Yazar Girisi | Altyap: MyDesign Haber