Son dakika haberi bulunmamaktadır.   Senoz Esnaf  
Senoz Deresi
Anasayfa | Haber Ara | Foto Galeri | Videolar | Animasyonlar | Anketler | Sitene Ekle | Mesaj Gönder | Sohbet | MircScriptİndir

HABER ARA


Gelişmiş Ara

EN ÇOK OKUNANLAR

Önce hanımlar eğitilmeli

İmkân ve fırsat buldukça hemşehrilerimizle sizleri tanıştırmaya devam ediyoruz. Bu defa Kaptanpaşa Köyünden hemşehrimiz Süleyman Küçük’ün misafiri olduk. Süleyman Bey, belki de bir çoğunuzun ‘kurs ve okul’ arkadaşı. Pek çok yerde görev yaptıktan sonra yakın zamanda İstanbul Beylikdüzü ilçesine ‘müftü’ olarak göreve başlamış.

Kategori  Kategori : Röportajlar
Yorumlar  Yorum Sayısı : 0
Okunma  Okunma : 1786
Tarih  Tarih : 11 Nisan 2009, 23:01

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Süleyman Küçük bey hocamızı, ‘kurs arkadaşı’ (Ormancık köyünden) Muhammed Balcı ile ziyaret edip uzun bir sohbet gerçekleştirdik. İkindi sonrası başlayan shbet uzun sürdü ve akşam namazını da beraber idrak ettik. Daha sonra da Beylikdüzü’nden ‘komşu’su (aslen Senoz, Ormancık Köyünden) Ali Dilmen’in de bize katılmasıyla birlikte (ayıptır söylemesi) akşam yemeği yedik. Yemekte de hoş sohbet devam etti.
İnşallah bu ve benzeri sohbetleri yapmaya ve hemşehrilerimizi sizlere tanıtmaya devam edeceğiz.
Sohbet uzun oldu, ama verimli oldu. Buyurun:

*Süleyman Küçük kimdir? Sizi, sizden dinleyelim isterseniz?
Süleyman Küçük, inşallah Rabbinin kulu, insanlığa yararlı bir kişi diye kendimizi hatırlatmaya çalışalım. Bunlara muhtacız. 1956 Çayeli, Kaptanpaşa doğumlu, Yüzbaşı Muhammed’in (bakkal) erkek çocuklarından 3 numarayım. Yaşar, Ahmet ve Süleyman. Benden küçük bir de Mustafa kardeşim var. İlkokulu Kaptanpaşa’da okuduk. Kur’ân kursuna gittik. Orada 2.5 sene eğitim gördük. Tabii bir taraftan okumak, bir taraftan dereden ‘semer’le taş taşımak, biriket taşımak, elhamdulillah, iki şeyi birden yaptık. Süleyman Boncukçu başkan, M. Emin Gemici Hoca, bizimle çok uğraştı.

Kaptanpaşa Kur’ân kursundan sonra İstanbul’a geldik, aradığımızı bulamadık. Bunun özellikle zikredilmesini isterim. İmam hatip tahsiline yönlendirilmemde en büyük etken aynı zamanda hemşehrimiz, komşumuz olan Yahya Alkın hocamızdır. Dolayısıyla rahmetli Yaşar abimdir. İstanbul Cevizli’deydi ağabeyimiz. Onun yanına gelmiştik. Kasımpaşa’ya Kur’ân kursuna okumaya gelmiştik. Neticede abim yanıma geldi, ağabeyme, “Okuyacağım, ama burada okumayacağım, ben köye gitmek istiyorum” dedik. Abim de, “Ben bir gidip Yahya hocayla görüşeyim” dedi. Görüştü ve geldi, Yahya hoca, “Al götür Rize’ye, imam hatip lisesine ver, kendi memleketlerine okusun daha iyi olur” demiş.

Bu gelişmeler sonrasında iki gün içinde Rize’ye geldik. Yaş sınırının sonundayız. 1969 senesinde Rize’de imam hatip lisesinde okumaya başladık. 1973’e kadar orta kısmını orada okuduk. Lise kısmını Trabzon’a geçtik. 1976’da mezun olduk. Mezuniyetimizle birlikte evlilik gerçekleşti, 1976’da. Hemen akabinde bir ay sonra Bursa’ya geçtik. Bursa’ya görev almak için ve üniversite okumak için gittik. O arada 6 ay fırıncılık yaptık. Bir taraftan da fırında hazırlık yapıyordum. Girdim sınava, İnegöl’e 30 km uzaklıkta bir köyde imam hatip olarak göreve başladım. Bu arada Bursa Ticari İlimler Akademisi gece bölümünü kazandık. Bizi üniversiteye almadılar. Okula giremedik, kayıt yaptıramadık. O aralar onunla uğraşırken İslâm enstitüsünü de kaçırdık.

1400-1500 TL dolayında maaş alırdık, maaşını üçe bölerdik, biri benim, biri ülkücülerin, biri de solcularındı. Başka türlü okula giremiyorduk. 1978 senesiydi. İhtilalden sonra işler değişti. Yeniden sınava girdim, İstanbul İslam Enstitüsü yedeklerinden, bizi Konya’ya gönderdiler. 4.5 yıl imamlıktan sonra istifa ettim. Konya’ya gittim. Onca seneden sonra ‘okuyamadık’ diyemezdik. Gittik, çok sıkıntı çektik, ama elhamdulillah, arzu ettiğimin fazlasını verdi bana Rabbim. İlahiyatı okurken vaiz olmaktı niyetim. Bütün zorluklara rağmen, başlangıçta ben müftülüğü kabul etmedim. Sonra nasip kısmet, 1988 senesinde vaz olarak başladım, 1991 senesinde ilçe müftüsü oldum. Bayburt Aydıntepe ilçesinde görev yaptık 2 sene. Sonra Ordu Aybastı’da 5 sene, oradan sonra Giresin Görele’de 7.5 sene, sonra da Çınarcık’ta ve şimdi de 3.5 aydır İstanbul Beylikdüzü’nde müftülük vazifesini yapıyoruz.

3 kızım bir oğlum var, kızımı evlendirdik, elhamdulillah. Bu arada ‘dede’ olduk, dolayısıyla şu anda buradayız. En küçük çocuğum liseyi bitirdi, üniversiteye hazırlanıyor. 25 sene vazife yaparak bu süreyi bilfiil doldurduk. Rabbim nasip ederse gezdiğim yerlerde iyi dostluklar oluştu. El üstünde tuttular. Rabbim de lütfetti. Bugün Görele’de Aybastı’da yıllar sonra giderim hâlâ o güzel eserlerle bizi yad ederler. Bugün de buradayız, önceki yıllarımda İstanbul’u hiç düşünmezdim, Rabbimin rızasına uygun, kullarının ihtiyaçlarını giderecek biz aracıyız, Rabbim bu noktalarda hizmet verenlerden eylesin. Amin.

*Biraz da köylerden, yaylalardan ve Kaptanpaşa’dan bahsedelim isterseniz?
Bu sene izine de gidemedim, gözüm dağlarda, köylerde, karlı tepelerde dolaşıyor. Bu arada Karadeniz mahalli televizyonlarını tebrik ediyorum. Onlar vesilesiyle çocukluk yıllarına bir dolaşıp geliyoruz. Bazen nefse hoş gelen şeyler var, Rabbim affetsin… Toprak başka bir şey, Rabbim o sevgiyi bize veriyor. Normal olarak her sene giderim. Asla memleketten uzak durmam, ilk imkânda memleketimde, Kaptanpaşa’da yeni bir ev yapmayı planlıyorum.

*Senoz Vadisinde yapılmakta olan baraj çalışmaları hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Şimdi evvelki sene meşhur, herkesin bildiği, Çataldere Köyünden sonra ulaşılan “Müdürün puğarı”na kadar gittim. Piknik falan yaptık. Orada gördüğüm kadarıyla doğa tahribatı var. Amma, yıkmadan yapma şansımız yok. Yani dünyada bir damla suyun boşa akıtılmaması gerektiği bir dönemde ‘sular boşa aksın’ deme şansımız yok. Ha işin o tarafını bilemiyorum, eğer o doğa tahrip edilmeden yapılabiliyorsa, maliyeti yüksek de olsa yol kullanılsın derim. Şunu unutmamak lazım: Karadeniz yolu yapılırken çok eleştiri aldı. Eskiden Samsun’a indin mi Rize’ye gitmek bir ızdıraptı, şimdi öyle değil. Rahat rahat, huzur içinde ulaşıyorsunuz memleketimize. Karadeniz’de kesilen ağaçların yerine yenilerinin büyümesi 15 sene sürer. Ama ben hep şunu söylüyorum: Bir insana bir yudum su lazımsa, bir bardak suyu boşa harcamamalı. Allah Resulu, akan nehirde ashabı kirama’Sen ne yapıyorsun böyle abdest alınır mı?’ diye uyarmıştır. Bunun bir inceliği var, hiç kimse gereğinden fazla harcamamalı. Gereğini kullanacak. Şunu da anlamakta zorluk çekiyorum: Kurbanda, kurban kesmeyi israf sayıp da hayvan katliamı görüp, kurbandan sonraki hafta, zevki için 3 aylık kuzuyu kesip yiyenleri de anlamakta güçlük çekiyorum.

Karadeniz’de ve Güneydoğu’da akan sular doğalgaz gibi, petrol gibi büyük şehirlere, İstanbul’a akacak. Çünkü Marmara’daki sanayii oraya götüremezsiniz. İmkânı yok, nereye koyacaksınız? O zaman Türkmenistan’dan doğalgaz getiriyorsunuz, Karadeniz’den siz de suyu getireceksiniz, zamanı geldiğinde olacak bunlar. Bir Müslümanın evladına, mal bırakmasından helal hiçbir şey olamaz. Bazen diyorum kendi oğluma, “Benim sağlığımda zaman zaman cemaatteki yerimi doldurman lazım. Nasıl ki ben sana babadan miras bırakıyorsam, inançtan da miras bırakmam lazım.”
Bugün artık insanlar birbirine iyi miras bırakması lazım. Karadeniz’den şöyle bir düşünün, bir dönsek memlekete, mevcut kardeşler araziyi bırak, ev yapmaya yer bulabilir miyiz? O zaman çevreyi, tabiatı iyi kullanmamız lazım. Meseleye siyasî bakmamak lazım, hizmet olarak bakmak lazım.

*Her zaman gündemde olan, fakat son günlerde kamuoyunu daha fazla meşgul eden bir hadise var. Mesela insanları ürperten cinayetler... Cezaevleri, kapasitesinin üzerinde insan barındırıyor. Sözce toplum nereye sürükleniyor, bunun çaresi ne, çaresini bilenler söylüyor mu?
Önemli, hassas bir konu. Gelen düşmanın size yarın ulaşacağını bilmezseniz, düşman hiç beklemediğiniz zaman sizi hazırlıksız yakalar ve kendi yuvanızda yok eder. Ülkenin bugün geldiği nokta, çok eskiye dayanıyor. Detaylı bakarsak bu ülkede çoğu zaman siyaset adına doğrular yanlış, yanlışlar doğru olarak aksettirildi. Eğitim konusunda sıkıntı oldu. İnsanların dini, diyaneti, milliyeti bir bütün olarak alınması gerekirken, öyle alınmadı. Şucu, bucu, falan denilerek bu da ayrı bir sıkıntı verdi. Bunlar birikti. Türkiye’de bugün 73 milyon insan yaşıyor. Cezaevlerinde 100 bin kişi varsa, bu hem çok kötü, hem sevindirici. Esas itibariyle İslâm toplumu olarak değerlendirildiği zaman sıkıntı var demektir. İnançlı bir toplumda bu hale gelinmemeli. İnsanlar inanıyor da; neye inandıklarını, neyi yaşaması gerektiğinin farkında değiller. Esteğizubillah, maun süresinde şu ayet var: “Dinini yalanlayan dindarı, namaz kılanı gördün mü?” İnsan namaz kılıp da dinini yalanlar mı? Yetimi iter kalkar, yetime sahip çıkmaz, namaz kılar ama yaptığının farkında değil. Kendi vermez, vermeye de engel olur, ondan sonra da kalkar gelir, Ya Rabbi divanındayım secde edeceğim, böyle namaz kılanlara yazıklar olsun.
Bu hale nasıl geldik? Bizim Kur’ân kurslarında okuduğumuz yılları göz önüne getirelim. Daha zeki nice arkadaşlar vardı, bazıları öyle kötü hallerde ki, bir arkadaşı uyardım, “Niye bugün bu işlerle uğraşıyorsun?” diye. Gözlerinden yaşlar aktı, “Hocam sana bir şey söyleyeyim mi? Siz eve gittiğinizde, babanız anneniz ‘bugün ne öğrendin, bir namaz kıldır, ezan oku’ derlerdi. Bize ise ‘hoş geldin’ bile demezlerdi. O gün bir adetti. Herkesin çocuğu kursa gidiyordu, bizi de o yüzden göndermiştiler. Ama döndüğümüzde bir işi yapmış gibi bizden bir şey istemediler, biz de ailemizin itibar ettiğini yapıyoruz” dedi. Güzel bir tespit, bu sıkıntılar bizi bu hale getirdi. Hangi yanlışları ne sebeple yaptılar? Eğer bir Müslüman ülkede, babası ve amcası, kızıyla utanılacak işler yapıyorsa tehlike içeri girmiş demektir. Bunlar belki eskiden de bir ölçüde vardı. Ama her şey şeffaf oldu, artık basın medya aracılığıyla güncelleşti. ‘Bunlar eskiden yoktu’ diyemeyiz, ‘bugün daha çok’ duyuluyor.
Her şey yazılmamalı. Bakıyoruz haberlere, bazen insanın içi kararıyor. Başka bir haber olmaz mı? Bir programda gördüm; 18 yaşındaki bir kız koca arıyor, kardeşi de yanında gelmiş, izdivaç programlarından birisindeydi. Yani içim sızladı, ne kötü şeyler. Ve annesi kardeşi yanında, bütün bunlar edep ve haya yokluğundandır. Toplum birbirinden kopuk yaşadığından da oluyor bunlar. Medeniyeti şehirlerde ararken, aslında taşrada bıraktığımızı gördük.
Din hizmetlisi siyaset yapmamalı. Bizim toplumumuzda bu şekilde hareket etmek itibar görmüyor.
Zekât paylaşımında ‘yakından başlayın, uzağa doğru verin’ diyor dinimiz. Mesela ikamet ettiğim binada 30 daireyiz. Bir kişinin kapısını çalıp da, “Buyurun, kurban eti” diye ikram edemedim. Kapıcıya söylüyorum, “Ben bilmiyorum, kapıdan içeriyi biz bilmeyiz. Kim kesmiş, kim kesmemiş bilemeyiz” diyor. Aynı çatı altında duran 30 aile, sadece merhabalaşıyoruz. Samimiyetle söylüyorum, üzüldüm, başka yerlerdeki kurban etinin zevkini burada alamadım. Komşumuzun ne durumda olduğunu bilemiyoruz. Kapısına götüreceksin, “ben de kestim” der ve kabul etmezse ne olacak? Bütün bu yanlış gidişlere rağmen Rahmetten ümit kesilmez, ümit kesmeyeceğiz. Bugün toplumun zaafları birisi de bu.

*’Çare’yi bilenler var. Peki, bu çareleri bilenler, çareyi söylüyor, ilân ediyor mu?
Çare biliniyor, noktalar da belli, hastane var, tabip de var, eczanelerde ilaç da var. Hastane açtınız doktorunuz var, hasta olan gelip müracaat etmiyorsa, birinci kopukluk buradan başlıyor. Biz bugün cami cemaatine anlatamıyorsak, çünkü ben namazdan bir saat önce gidiyorum camiye, cemaat 10 dakika kala geliyor. Tabii netice hasıl olmuyor. Eczaneye gitmediniz, ilaç almadınız yazılan tarifeyi almadınız, doktora gitmeniz yetmiyor. Toplum Kur’ân’ı öğreniyor ama yetmiyor. Buradaki şifa bu işin yaşantısında. Biz bugün Kur’ân-ı Kerim’i ölülerin kitabı haline getirdik. Bir felek, bir nas, bir ihlas süresi okuyup da cenazenin sahibine bakıp da ‘bana para verecek mi?’ diye bekleyenlerin var olduğu bir handikap içindeyiz. Bu eleştiriler kendim için. Ama bunlar gerçek. Ama bu gerçeğin oluşmasında iki kesim de suçlu. Belli bir kesimde, hocaların ekonomik durumdan zayıf tutulması, halkın da bu istismarcılara itibar etmesi. Yapması gerekenleri yapmayıp, az gelirli hocaları kullanması işte bu noktaya getiriyor. İki taraf da suçlu. Çoğunluk halk olduğu için bence halk suçludur. Bir insan “hoca efendiye 10 liraya Yasin okutayım” demek yerine, “kendim bir Fatiha, 3 ihlas okuyayım” düşüncesiyle amel ederse ne o yanlış uygulanır, ne Kur’ân parayla okunur.

*Yeni görev yeriniz olan İstanbul Beylikdüzü ilçesinin ihtiyaçları nelerdir? Bunları aşmak için ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?
Benim müftülük anlayışımda önce Kur’ân eğitimi geldiği için, öncelikli eğitim dini eğitimdir, Kur’ân kurslarıdır. Cami yapımı ikinci plandadır. Şu andaki sıkıntımız bu. Cami dersleri bünyesinde Kur’ân okumasını öğrenmeyi hızlı bir şekilde yaymaya, bu hizmeti vermeye çalışıyoruz. Önceliğin hanımlarda olduğuna inanıyorum. Bunun altını da çiziyorum. Önce hanımlar eğitilmeli. Çünkü bir evde anne eğitimli ise o annenin eğitimli oluşu, beyine de büyüğüne de küçüğüne de faydalı olur. Çünkü annedeki merhamet babada yok, annedeki ilgi babada yok.

*Bize zaman ayırın bu sohbeti gerçekleşmesine imkân sağladığınız için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.
*
www.senozderesi.com haber merkezi/11.01.2009









Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa | Word'e Aktar Word'e Aktar | Tavsiye Et Tavsiye Et | Yorum Yaz Yorum Yaz

Röportajlar

En Çok Okunan Haberler

Umut yarını değiştirme çabasıdır!07 Temmuz 2019
RadyoSenoz
 
İSTEK GÖNDER

FOTOĞRAF GALERİLERİ

Yayınlanan yazıları kaynak göstererek yayınlamak serbesttir. © Copyright 2004-2009
Yazar Girisi | Altyap: MyDesign Haber