Son dakika haberi bulunmamaktadır.   Senoz Esnaf  
Senoz Deresi
Anasayfa | Haber Ara | Foto Galeri | Videolar | Animasyonlar | Anketler | Sitene Ekle | Mesaj Gönder | Sohbet | MircScriptİndir

HABER ARA


Gelişmiş Ara

EN ÇOK OKUNANLAR

Memlekete turist gitmek

Epeydir tasarladığım ve kalbimde tatlı, hoş bir heyecan olarak sürekli var olan bir düşüncem vardı: Memleketime turist gibi gitmek. Etrafı ve insanları o gözle gözlemlemek... Sonunda gerçekleştirdim.

Kategori  Kategori : Haberler
Yorumlar  Yorum Sayısı : 0
Okunma  Okunma : 1966
Tarih  Tarih : 10 Nisan 2009, 20:04

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Bir kaç günlük kısa ve ani ziyaretler dışında yıllarca doyasıya gidip gezememiştim doğduğum ve büyüdüğüm yerleri. Sonunda benim için uzun sayılabilecek bir süreliğine ?memleketime bir turist? gibi gittim ve neler gördüm, neler düşündüm neler...

Bir Rize kaymakamı hazırladığı raporunda, Osmanlı zamanında bizden bahsederken, Rizelilerin yakışıklı, zeki, çalışkan, kavgacı, üretken, girişken insanlar olduğunu anlattıktan sonra, ?serhaddin birer kahraman askerleridirler? demişti. 120 sene öncesinden hakkımızda kalem oynatan devlet görevlisi raporunda şunları da söylüyordu: ?Bu insanlar sürekli dışarı gidiyorlar. Arkada ıssız topraklar ve erkeksiz evler bırakıyorlar. Dışarıya olan bu göçü ekonomik hayatı düzenlemek ve iyileştirmekle durdurmak gekerir. Bu güzelim tabiat harikası memleketin layık olduğu bir duruma getirilmesi devletin ve milletin menfaatinedir.? Bu duygularla ve özlemle memleketime gittim. Ben sadece bir turisttim. Hiç bir şeye müdahale etmeyen, sadece izleyen ve buraları anlamaya çalışan birisiydim. ?Vatan kurtaran adam? değildim ilk kez... Çünkü anlamıştım ki, ben, varlığımı buraya borçluyum ve halen öğrenecek daha çok şeyler var...

Çayelinin nüfusu köyleriyle beraber 60 bin civarındadır. Köy nüfusu, yerleşik ve sabit bir özellik arzeder. Yani yerinde tüketen ve yerinde üreten durağan ve statik bir nüfus vardır bura köylerinde. Ancak dışarıdan, gurbetten gelenlerle ve yollananlarla ayakta durabilen bu insanların çoğu yaşlıdır. Yöreyle özdeşleşen, tarihi, kültürel ve folklorik birer karakter olmuşlardır adeta. Evlerin bir kaç tanesi hariç hepsi boş duruyor. Çok az genç var. Çocuk hiç yok denecek kadar az. Orta yaş insanlar kendilerine mi baksınlar, çocuklarına mı, ana ve babalarına mı? Şaşırmış vaziyetteler. Şehirde yaşıyorlar, düzenli gelir getirecek iş yok... Köyde hayatı sürdürmek zor. Çocukların okulu için bile şehre inmek yeterli sebeptir. Kazara hastalanan bir ihtiyar olursa bakacak kimsesi yoktur denebilecek bir durum vardır buralarda. Tarihten beri sürgegelen bir alışkanlıktır bu. Rize insanı evvelki zamanlardan beri rızkını hep dışarda aramıştır. Memleketini bırakıp dışarılara gitmiştir. Ekmek peşine, ikbal ve istikbal peşine düşmüştür. Gurbetteki hayatına ancak, istirahat, akraba ziyareti, hasret ve memleket sevdası gibi duygusal sebeplerle kısa süreli de olsa ara verebildiğinde doğduğu yerlere gelebilmiştir. Gurbet insanı misafirdir. El üstünde tutulur. Köyde kalanlara yeni bir heyecan ve canlılık getirir. Çayeli hakkında yenilikçi ve atılımcı fikirler hep bu ?dışarlılardan? gelir. Topu topu kaldıkları bir iki haftada memleketi ayağa kaldırırlar, iktisadi ve ekonomik hal çareleri üretirler. Bütün vakitlerini yörenini insanlarına bir sürü akıl fikir vererek geçirirler. Ondan sonra vazifelerini yapmışlar gibi gururlu ve onurlu bir şekilde döner giderler... Hayat devam eder. Kalkınma, refah, kültürel değerlerin yaşatılması, turizm, sanayi, tarım, insanları sevmek, düşmanlıkları ve kırgınlıkları unutmak... Kim anlar bunlardan... Çünkü yöre insanın dünyasında bu türden endişeler yoktur. Onlar pratiktir. Eldekiyle yaşamaya gayret ederler. Bilirler ki, herkes başının çaresine bakmak zorundadır. Misafirler daha yataktan kalkmadan onlar çoktan o günkü çayı toplamışlardır bile. Üstelik gelip kahvaltıyı da hazırlarlar. Ne de olsa evde ?büyük ve ağır misafir? vardır. Evin İstanbullusu, Anakralısı, Almanyalısı içerde daha yatmaktadır. Kalkacak ve memleketi kurtaracaktır! Hane halkı, ayıp olmasın, bu insanlara bir şey belli etmeyelim diye dikkat ederler. ?Okumuş? misafirler, ?bu ihtiyarlar bizi iplemiyor? demesinler diye öyle bir dikkat ederler ki, benim ihtiyar şirinlerim, parmak ısırtırlar size. Öyle ya, adam gelip 80 yaşındaki ihtiyar amcamıza ?çay alımyerlerinin çay sezonu dışında birer çorap fabrikası yapılması?ndan bahseder. Kefen bezi dokusa neyse... Çorap... 80 yaşından sonra çorap fabrikası? Memleket kalkınacak?! İhtiyar, sakalını avucuyla oğuşturur ve ?çok doğru çok doğru? diye başını sallar.... Varsın bu turist, ?bak benim fikrim amcanın hoşuna gitti? desin. Sevindirmek lazım yeni nesli. Neme lazım. Fabrika kurdun da yıkan mı oldu?...

Çay, bahçe ve kahve. Hayat bu ?Bermuda şeytan üçgeni?nde geçer. Ancak çay, bura insanı için sadece bir meşgale olmuştur. Bir dönem hariç, başlı başına bir geçim kaynağı olamamıştır. Bahçe, düyada eşi benzeri bir daha olmayan Karadeniz kadını için zaman geçirdiği, kendini dinlediği bir kaçamaktır. Kahve, çaresizliğin paylaşıldığı ortak mekandır.

Çay konusu çok büyük bir meseledir. Üzerinde düşünüldüğünde yöre insanının sabrına hayran olmak zorunda kalıyorsunuz. Örneğin Çaykur, yıllardan beri üreticiden çay satın alır ve büyük kârlarla bunu satar. Yaş çay ile kuru çay fiyatları arasındaki fark, sadece Türkiye?de uçurum derecesinde açılmıştır. Çay yörenin şeklini değiştirmiş, ismini dünyaya tanıtmıştır. Fakat bu ticareti koordine eden devlet yani Çaykur, trilyonlarca liralık bir alışveriş ve ticaret yaptığı insanlara 1938 senesinden beri küçük bir promosyon bile vermemiştir. Yani bir nezaket, bir hoşluk, bir güzellik göstermemiştir. Ne bir çizme, ne bir tente, ne bir makas, ne bir takvim, ne bir ajanda, ne bir yağmurluk, ne bir tişört, ne bir ?iyi çay nasıl toplanır ve demlenir? bröşürü.... vesaire. Hep almış hep almış, asla teşekkür etmemiştir. Yöre insanına çay bahanesiyle harçlık veriyor edasını gütmüştür. ?Çay parasını verdik ya, daha ne istiyorsunuz?? demiştir hep... Sanki çay almamışlar ve onu satmamışlar, ellerinde saklamışlar... Yöre insanı, çay tarımının yapılmaya başlandığı 1938 yılından itibaren bu tavra sabırla karşılık vermiştir... Tepkisini ise memleketini terkederek, onu da ancak gurbete gitmekle gösterebilmiştir. Sessiz protesto... Duymayan kulaklara boşuna bir haykırış gibi. Bu mesele uzundur. Yazmakla bitmez!...

Şu anda aynı kaderin yeni bir tecellisini Çimento Fabrikası ile Bakır İşletmeleri?nde de görmekteyiz. Bunlar da yöre insanını görmezler hiç. Paranın en fazla ticaretini yapan ve para üzerinden para kazanan bankalar bile müşterilerine ?bonus?lar dağıtmaktadırlar. Tamamen spesifik bir alanda faaliyet gösteren ve geniş halk kitlelerini ilgilendirmeyen ürünler elde etmek suretiyle, ticaretlerinin karşılığını almaktan ve işlerini sürdürmekten başka yöreye mesela, kültürel ve tanıtıma yönelik bir katkıları olmamıştır? Bunların ilçemize sağladıklarını iddia ettikleri zorunlu ekonomik katkı, yani alışverişin artması ile ilçeye dışardan para girmesi hadisesi, bir kazanım değil, ticari kârın idamesi için sadece ?maliyet hesabı? içinde ele alınması gerekli bir kalemdir. Tıpkı elektrik faturası gibi yani. Mesela ulusal bir cep telefonu şirketi kız çocuklarını okutuyor. ?Bana ne? demiyor. Sembolik de olsa bir duyarlılık gösterisinde bulunuyor. Çayeli?ndeki bu kuruluşlar ise, Çayeli Derneği veya Çayeli Vakfı?na üniversitelerde okuyan gençlere, veyahut da yöremizde ilköğretim ve lise öğrencilerine burs olarak verilmek üzere her hangi bir yardım da bulunmuşlar mıdır? Çayeli?nde lise sıkıntısı vardır. Bir okul yaptırmışlar mıdır?

İlçemizdeki köy nüfusunun toplamı 35 binler dolaylarındadır. Çayeli ilçe merkezinde ve bağlı mahallelerde 25 bin nüfus yaşamaktadır. Bunların büyük bir çoğunluğu ögrencidir. Hakikaten şu anda hiç de küçümsenmeyecek sayıda ve kapasitede okuyan bir genç nüfus vardır. Neredeyse nufusün %30?u kadar bir öğrenci okumaktadır. Çayeli, tarihinde bu sayıya asla ulaşamamıştır. Çok önceleri insanlar lise okumak için Rize veya Pazar?a giderlermiş. Aradan 45-50 sene geçti, bir adım mesafe katedilmemiş ki, yine lise okumak için buralara gidilecek gibi görülüyor.

Yatılı bölge okulu var. Öğrencilerinin tamamı başka illerden gelmişlerdir ve her türlü ihtiyaçları devlet tarafından karşılanıyor. Çayeli Bakır İşletmesi?nin de dışardan ilçeye pek cok insan ve imkân çektiğini biliyoruz. Karadeniz Teknik Üniversitesi?ne bağlı Eğitim Fakültesi var. İlçemizin yabancı öğrenci kapasitesi binin üstündedir. Bunlar tamamen uzun süreli konaklayan turistlerdir. Bunlar aslında yöremizdeki yeni bir açılım olan ?öğrenci turizmi ve ekonomisi?nin altyapısını oluşturmaktadırlar. Önümüzdeki yıl Rize Üniversitesi?nin kurulmasıyla bu alanda büyük canlılık yaşanacaktır. Memur sayısında da büyük bir artış gözlemledim. Şehir merkezi memur kentine dönmüş sanki... Önceleri memurların büyük bir çoğunluğu kendi yöremiz insanları olduğu için pek farketmezdik bu durumu. Ama artık hemşehri devletlülerimizin hepsi emekli oldular ve yerlerine yabancı ?devletlü misafirlerimiz? geldiler. Ayrıca Çayeli?nde, sayıları Türkiye?de bir kaç tane olan Milli Eğitim Bakanlığı?na bağlı Hizmetiçi Eğitim merkezi var. Burada senenin belirli zamanlarında periyodik olarak yüzlerce öğretmene hizmetiçi eğitim verilmektedir. Bu nesil yetiştiren, ?insan mühendisi? de denen öğretmenlerin tamamı, Çayeli ve Rize dışındaki illerden gelmektedir. Her birisinin memnun olarak ilçemizden ayrılması demek, okullarındaki on binlerce öğrenciye, yani geleceğin nesillerine ilçemizin anlatılması ve tanıtılması demektir. Çayeli nufusundan daha fazlası Çayeli dışındadır. Çayeli nufusuna kayıtlı insan sayısı 350 bin kişidir deniliyor. Köyleriyle beraber ilçede yaşayan toplam nüfus 60 bin?dir. Nüfusa kayıtlı diğer 290 bin kişi ise ilçe dışında yaşamaktadır. 2005 yılında Çayeli?ne 15-30 günlük veya sezonluk olarak yaz tatili süresince 70-75 bin kişi geldiği tahmin edilmektedir. Bunların tamamı tatilini geçirmek ve para harcamak için gelmişlerdir memleketlerine. İlçe merkezinin nüfusunun üç katı bir sayıdır bu. Fakat bu insanları Çayeli?nde tutamamışızdır. onlara yönelik konaklama, barınma, eğlence, toplanma, vakit geçirme vb. bir turistin bütün ihtiyaçlarını karşılayabileceği ortamlar hazırlanmamış. Dolayısıyla bu ?memleketimin turistleri? sadece akşamları konaklamak için ilçe veya köydeki evlerine dönmüşler; gündüzleri Uzungül (Trabzon), Yaylalar (İspir, Çamlihemsin, Pazar, Ardeşen, Ayder, Andon, Elevit, Çağırankaya vb.) ile komşu il ve ilçelere yönelik ziyaretlerde bulunmuşlardır. Bütün zamanlarını ve paralarını buralarda harcamışlardır. Neden? Çünkü, hiç kimse Çayeli?nin güzelliklerini bilmiyor. Daha doğrusu farkında değil. Denizdeki balık gibi her şeyi normal buluyor. Hiç bir köylü bir diğer köye gitmemiş. Hatta kendi köyüne bile ?köyündeki güzellikleri farkedecek bir göz ve dikkatle? bakmamış. Herkesin bildiği ve daha da popüler olan yukarıda saydığım yerlere gitmek daha kolaylarına geliyor.

İlçemizde çok değerli insanlar var. Kaymakamımızla belediye başkanımızın fevkalade uyumlu çalışması büyük bir şanstır. Bunların önlerini açmak, hizmetlerinde yardımcı olmak, elbirliğiyle yöremizi daha da güzelleştirmek gerekir. Dağcılık, yöresel müzik aletlerini kullanabilme, fotoğrafçılık vb. alanlarda dünya çapında bir insanımız var. Maalesef kimse farkında değildir. Ona ?veteriner bey? diyorlar. Ama bir fotoğraf galerisi düzenlemesine olanak sağlanmıyor. Okulların öğrencilerine hafta sonları köylerimizin tanıtımı ve insanlarımızla kaynaşması, kültürümüzün ve folklorumuzun öğretilmesi için elbetteki elinden geleni yapacaktır. Yine dünya çapında bir bürokratımız vardır. Çaykur?da uzman olan bu hemşehrimiz, pek güzel araştırmalar yapmaktadır. İlçemizi internet üzerinden dünyaya taşımıştır. Yeryüzüne dağılan hemşehrilemiz burada birbirleriyle buluşmaktadır. Ancak bu insana da gerekli özen ve ihtimam gösterilmediğini gördüm. Jandarma, emniyet ve adliye teşkilatı mensuplarının, kendilerine son derece sıcak duygular besleyen halkımızla kaşnaşmasına ortam hazırlanmalıdır. Çayeli?nde hapishane olmamasının yansıması praktikte anlatılmamıştır bile. Çayeli?nde ticari hayatı canlı tutan küçük ve büyük esnafın, karakteristik Çayeli tiplemesi yaratılmamıştır. Yani dünyada olmayan, yani sadece Çayeli?ne özgü bir şey ne üretilmiştir ne de şu anda böyle bir şey satılmaktadır. Ticari hayat ?her yerdeki? gibidir. Ne kültürel, ne siyasi, ne sivil toplum kuruluşlarının ilgi alanlarına duyarlı hale getirilmemiştir. İşadamlarının ve esnafın eğitime katkılarının sağlanması temin edilememiştir. Üretimin artırılması ve ticaretin ?ihracatla? büyümesi konularında bunlara yeni fikirler ve imkanlar sunulmamış ve bu bağlamda katkıları birleştirilememiştir.

Çayeli, Rize hatta Karadeniz?deki diğer illerin ilçeleri içinde apayrı bir yere sahiptir. Pek çok güzellikleri vardır.

İlginç tabii ve coğrafi farklılıkları bulunmaktadır.

Bilindiği gibi, Çayeli?nin 53 köyü ve 30 tane mahallesi var. Yani 83 muhtar ve bine yakın aza ve ihtiyar heyetleri demektir bu. Toplam 60 bin nüfusu bu bin kişi koordine edebilir. Burası ayrı bir bahistir. Fakat ben başka bir özelliği anlatmak istiyorum. Merkezdeki bir kaç tane mahalle hariç, diğer bütün köy ve mahallelerin tamamı dere ve ırmak kenarlarında kurulmuşlardır.

Şöyle ki...

Çayeli?nden denize üç tane ırmak yani dere akar. Şairler, Aşıklar, Büyükdere...

Bu derelerin sağ ve sol yamaçlarında birbirini takip eden köylerimiz uzanmıştır. Mesela Aşıklar deresini ele alalım. Dere boyunca sağlı sollu olarak dizilmiş 10?dan fazla köy vardır. Bunların ilginç betimlemeleri bulunmaktadır. Derenin sol tarafında kalan yamaçlarda bulunan köy halkının konuştuğu Türkçe, daha çok Amerikan aksanıyla konuşulan İngilizce?yi andıran bir aksana sahiptir. Kelimeleri yuvarlayan ve harfleri yutan hızlı, kısa ve çabuk bir konuşma tarzı... Çayeli?nin diğer insanları sadece buranın eskiden ismi olan Asrifos tabirini kullanırlar: Asrifoslu veya yöresel adlandırmayla Arsevoslu... Şimdi bu sol yamaçta kalan köylerin halkı da derenin sağ yamaçlarında bulunan köylerin halkına "Hayvalı" derler. Hayvalıların ortak özellikleri ise daha İstanbul aksanına yakın bir aksanlarının olması ve daha da şehirli bir yapıda bulunmalarıdır. Yani eskiden bunlar daha çok ilçe dışına gidip geldikleri için buralarının adetlerini ve aksanlarını da almışlardır. Dışarı dediğimiz ise, İstanbul'a veya Trabzona gidip gelmeleridir. Halbuki aralarından sadece 10 metrelik bir su akmaktadır. Birbirlerine o kadar yakındırlar yani.

Bu dere insanlarına göre derenin sahile yakın sol başındaki yerler insanı ile derenin kaynadığı yerdeki insanlar farklıdır. Asrifos tabirini sadece bir vadide kümelenmiş olan bir grup köy ahalisi için kullanırlar. Sefalisi, Çilingiri, Galatası, Abdullahhocası, Çatak?ı, Ğalata?sı ayrı ayrı karakterde ve kültürdedir sanki.

Karşı yamaçtakilerde yani ?Hayvalı?larda da bu çeşitlilik görülür. Yamacıyla, Selimiyesiyle, Yanıkdığı?yla. Fenaçi, Mesavli, Esentepesiyle hepsine tekmil bu ismi vermişlerdir. Bu yakanın köylüleri de sanki yabancı ülkelerin insanları gibi birbirlerinden farklılıklar gösterirler kendi içlerinde. Dışarıdan bakanlar bunu farkedemezler. Onlara göre bunlar Karadenizlidirler. Ama siz gelin bir de bunlara sorun... Kendi aralarında bu kadar farklı olan insanların ortak değerleri etrafında tarif edilmez bir şekilde tek yumruk olmaları hayranlık uyandırmaktadır. Bunların hepsi, ?bizim hepimiz biriz? derler...

Burada ilginçlikler bu kadarla bitmiyor. Aşıklar deresinin her iki tarafında sıralanan köylerde oturan insanların kıyafetleri bile farklıdır. Kap kacak ve yemekleri, bunların adları, oturup kalkmaları... Konuşmaları bile. Mesela 300'e yakın kelime tespit ettim. Derenin bir tarafındaki insanlar kertenkeleye ?heles? diyor, öbür yamaçtakiler ?kolistafa? diyorlar. Bu iki kelimenin Ermenice ve Rumca olmadığını tespit etmiş bulunuyoruz. Diğer yöresel kelimeler için de aynı durum sözkonusudur. Yeri gelmişken belirtmekte fayda vardır. Tarihi bilgiler ve belgeler yöremizin 1461 senesinden beri Müslüman Türk iskânına tabi tutulduğu ve tamamen müslüman bir yapı ve özellik taşıdığını göstermektedir. Rum ve Ermeni yerleşimi hiç olmamıştır. Ama nedense bu yakıştırmalar belirli bir amacın doğrultusunda farklı şekillerde ve mahfillerde dillendirilmektedir. Yöre insanımız ise bunu bir eğlence ve şakalaşma, gülüşme ve espri olarak yani ?ti?ye alaraktan çok da tatlı bir şekilde kullanmaktadır.

Burada her iki köyün turistik, cografi, tarihi, folklorik, edebi, ekonomik, iktisadi, sosyolojik ve kültürel özelliklerine girmiyorum. Çünkü bunlar saymakla bitmez. Mesela bir tepenin en yüksek zirvesinde dört minareli cami sadece bu köylerden birisinde var: Çikaron (Esentepe) köyü camii. Üflesen uçuruma yuvarlanacak gibi duruyor. En yüksekte, zirvede bulunuyor... Ondan daha yükseği olamaz der, gibi yapmışlar oraya...

Eski Adliye Binası. Artık bu bina yok olmaya aday bir binadır. Veyahut da korumaya alınacak ve tarihi eser olarak yaşatılacak bir müze veya "Çayeli Halkevi" olacak bir yer.

Derenin bir tarafındaki insanlar, Hayvalılar avcılık yaparlar. Hastalık derecesinde de atmacacılık alışkanlıkları vardır. Karşı taraf köylüleri ne kuş adlarını bilir ne atmacacılık ne de avcılık... Daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraşırlar. Ve de en önemlisi bol bol çocuk okuturlar. Çok değerli okumuş tahsilli büyüklerimiz buradandır. Senoz bir Asrifos iki. Devlete adam yetiştiren verimli iki bölgemizdir. Başbakanından müsteşarına kadar her konumda tahsilli insan çıkarmıştır kendi topraklarından...

Bu Allah?ın özenerek yarattığı güzelim köylerden Asrifos tarafında kalanlarının insanları, hem kadın hem erkek birlikte çalışırlar. Hayvalılarda ise sadece hanımlar çalışır.

Erkekler ?kahvelerde?dir veya atmaca tutmak için Asrifos?un Kuspasın?dadırlar.

Başka köylerin de kendilerine özgu hikâyeleri var. Komika, Maryeva, Şairler, Sabuncular, Latom. Haytef...

Her bir köyün çok şirin ihtiyarları vardır. Bunlar canlı birer tarihtirler. Bütün eski hikayeleri, olayları, adetleri, yaşam tarzlarını, köyün her bir santimetre karesinin bütün özelliklerini, eskisini yenisini, yokluk yıllarını... her seyini biliyorlar. Dünyanın başka hiç bir yerinde bu kadar hızlı bir değişim yaşayan ve bu hızlı değisime inanılması güç bir hızla adapte olan, ilerlemiş yaşlarına rağmen oldukça modern ve yenilikçi zihniyete sahip bulunan bu insanların ağzından o köyün ve köylünün hikâyelerini dinlemek bulunmaz bir fırsattır. Çünkü bunların sayıları hızla azalmaktadır. Bu ?şirinlerin? her birinin ortak bir başka özelliği dikkat çekmektedir. Dillere destan olacak türdendir yani... İstisnasız her yaş ?emice?de görebilirsiniz bu özelliği. Bütün ihtiyarlar 50-60 sene evvelinin çocukluk kavgalarını birbiriyle bıkmadan hatta büyük bir zevkle yinelemektedirler. Birbirlerine selam vermezler, konuşmazlar. Onların hepsi de üstelik hacıdır. Gıybete kesinlikle şiddetli bir şekilde karşıdırlar ve büyük günah olduğunda hem fikirdirler. Ama ?insanlar bu adamın kötülüğünden sakınsınlar diye? eskiden mahalle kavgasına tutuştukları aynı yaştaki arkadaşlarını çekiştirmeyi sevap addederler! Eee, sen misin bunlara akıl veren!...

Acaba memleketimizi adım adım gezdik mi? Yukarıda isimlerini verdiğim derelerden birinin denize döküldüğü yerden başlayıp da ta doğduğu yere kadar yürümeyi düşündünüz mü? Etrafı inceleyerek, fotoğraflayarak, yorulduğunuzda bir eve misafir olup soluklayarak, derede olta ile balık avlayarak...

Gelin aşıklar deresinde çok kısa bir yürüyüş yapalım. Derenin denize döküldüğü yerden itibaren ilerleyelim. Dere boyu asfalt bir yol ilerliyor. Bir kaç yüz metre sonra sağ tarafta mükemmel düsünülmüş bir kafe. Üniversite ögrencileri buraya takılıyorlar. bitişiğinde Eğitim Fakultesi. 1000'e yakin üniversite genci burada cıvıl cıvıl... Çayeli?ne taze ve renkli bir canlılık, hayat getirmisler. Az ileride solda, derenin uzerinden bir köprü ile geçilen Çayeli Spor kulubünün maçlarını oynadığı bir stadyum var. Taş ve betondan bile yeşilin fışkırdığı bu yörede yeşilin bitmediği tek yerdir burası. Çöl Arabistanı?ndaki statyumlarda bile yeşil çim varken, bizim yerden ve gökten yeşilin bittiği Çayelimizin stadyumu toprak zemindir. Yani çimsiz. Sanki yeşilin güzelliğini fark etmek için mahsus toprak zemin çimensiz bırakılmış... Yola devam ediyorsunuz. Az ilerinizde bir çay alımyeri. Derenin kenarında... Karşısında yine küçük bir ev ve arka bahçesinde içinde nayla (serander) ile güzel bir görünüm ve dizayn kazandırılan bir kafe... Burada mola verip çayımızı içebilir, genclerle sohbet edebiliriz. Nasıl olsa yol ilerledikçe sık sık rastlayacağımız boş evlerden birinde veya evinde ihtiyar karı koca bir başlarına kalmış büyüklerimizden birisinin evine misafir olacağız. Sadece, çat kapı, Tanrı misafiri olarak, ayran içmek, yorgunluk atmak için ?selamün aleyküm bey amca, nasılsınız?? demek için yorgunluğu bahane edip ?hasbihal? edeceğiz. Bu evler birer pansiyon evlerdir... Yani naturel ve doğal bir apart otel... Pansiyon turizminin henuz kimse farkında değil... Bu açılım, yöremizin mimari dokusunun korunması için iyi bir çözümdür.

Biraz daha yürüdükten sonra derenin ikinci ve yeni onarılan ve genişletilen köprüsünden karşıya geçersiniz. Önünüzde Aşıklar Çay Fabrikası. Yeşilin getirdiği servet ve bereketin paraya dönüştüğü yer. İnsanlarımızın çalıştıktan sonra alnının terini sildikleri ilk durak... Bitişiğinde küçük bir cami, Allah vergisi çay işlenirken üretici yan tarafta şükrünü etsin diye yapılmış sanki... Devam ediyorsunuz. Hemen soldan yukarı, dağın tepesine dogru kıvrım kıvrım yamacı enlemesine tırmanan beton kaplı yoldan Kuspa tepesine çıkabilirsiniz. Çayeli?nin en yüksek yerlerinden birisidir. Müstakil olarak ziyaret edilmesi lâzımdır. Biz şimdilik dere kenarındaki yoldan yürüyelim ileriye doğru. Orada sağda bir kemer köprü ve bir ayağının bitişiğinde eski bir su değirmeni...Hayvalılar mısır unu deremeni veya sadece deremen derler. Bakmayın bizim değirmen dediğimize...

Bundan sonrasını siz devam ettirin. Ben İstanbul?dayım. Çocuklarıma karamişi anlatmaya çalışıyorum. İbrahim Kurtuluş Amerika?da. Latom için hasret çekiyor. Hüseyin Karslıoğlu Kanada?da, eşine aklında kalabildiği ve kafasında canlandırabildiği kadarıyla memleketini anlatıyor... Biz Çayeli?ne hasretiz. Değil gezmeye, görmeye, duymaya; koklamaya bile hasretiz. Otuyla, taşıyla toprağıyla bile avunmaya razıyız. İnsanoğlu baba acısına alışmıştır. Çünkü öteden beri babalar çocuklardan daha önce ayrılırlar buralardan. Onun için yadırganmaz. Ama, Allah babalara evlat acısı göstermesin. Bir de sağlığında ana babasının yokluğunu çekenler vardır. Eğer gurbette değilseniz bunları anlamazsınız. Rize demek bu demektir, tarihten beri aynı kader devam etmektedir.

Memleketimi benden saklayamazsınız. Bu güzellikleri gurbette yaşayan ?bana? nasıl ulaştıracaksınız? İnternet sitesi mi yaparsınız, gezi güzergah kitabı mı, bol bol resim ve bu resimlerin anlatıldığı bilgilerden oluşan bir kitap, büroşür mu hazırlarsınız, oraya toplu tur organizasyonları mu düzenlersiniz, tarihine, kültürüne, edebiyatına, folkloruna yönelik çalışmalar mı tertiplersiniz? Bir şeyler yapın artık.

Elinden iş gelip de yapmayanlar, yani stadyumun yeşil bitmeyen çorak toprak zemini gibi faidesizce ortalıkta silüet gibi dolaşanlar... Evet, sizler bir şey yapmazsanız, biz gurbette durdukça hasretimizin ateşi önce sizi yakacaktır.

Ben turist olmaktan vazgeçtim. Memlekette kalacağım. Siyasete girmeyeceğim. Kiralık jeep tutup gezmeyeceğim. Fabrika kurmayacağım. Mütevazi bir şekilde, sadece, ama sadece buraya yerleşeceğim. İhtiyarlara akıl vermeyeceğim. Bizzat kendim yapacağım. Gurbeti Çayeli?ne değil, Çayeli?ni gurbete, bütün dünyaya taşıyacağım. Ve evimin bahçesinde oturup benim gibi buralara gelmek isteyen ?memleket turistlerini? bekleyeceğim. Bir bakraç soğuk ayran, bir bardak çay arkadaşım olacak. Babamın ellerinde Allah?ın rızasını, anamın ayaklarında Cenneti arayacağım. Amcamın dizinin dibinde geçmişimi, yengemin yanında kalp huzurunu, teyzemin yanında şefkati, dayımın yanında huzuru, dedemin gözlerinde geleceğimi bulmaya çalışacağım.

Çayeli Dergisi'nden alınmıştır

Muhammet Safi
muhammetsafi@gmail.com

 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa | Word'e Aktar Word'e Aktar | Tavsiye Et Tavsiye Et | Yorum Yaz Yorum Yaz

Haberler

En Çok Okunan Haberler

Umut yarını değiştirme çabasıdır!07 Temmuz 2019
RadyoSenoz
 
İSTEK GÖNDER

FOTOĞRAF GALERİLERİ

Yayınlanan yazıları kaynak göstererek yayınlamak serbesttir. © Copyright 2004-2009
Yazar Girisi | Altyap: MyDesign Haber