Koşun koşun “Kalaycı” geldi!

Açıklama:
Kategori: Köşe Yazıları
Eklenme Tarihi: 08 Ocak 2018
Geçerli Tarih: 28 Mart 2024, 13:05
Site: Senoz Deresi
URL: http://www.senozderesi.com/yazar.asp?yaziID=1582


Çocukluğumda zihnime kazınan en önemli “hatıralarımdan” bir tanesi de kışın köyümüze gelen kalaycılardı...

Kışın her köyü ziyaret eden “gezici kalaycılar” vardı çocukluğumda. Bugün, değil köylerde büyük şehirlerde bile kalaycılık mesleği yok olmak üzeredir. Anadolunun geleneksel “zanaatlarından” olan “Kalaycılık” beni çocukluğuma götüren güzel zaman dilimlerindendir...

Başköy’ün tam karşısında bulunan “Kokumeri”de gördüğümüz an kalaycıları içimizin bir sevinçle dolduğunu ve duyanın duymayana “koşun koşun “kalaycı” geldi” diye avazının çıktığı kadar bağırdığı ve sevinç çığlıkları attığı o  güzel günleri  anlatma gayretinde olacağım...

Biz köyün çocukları iki şey karşısında bu mutluluğu duyardık. Birisi “kalaycıların” diğeri ise “artumcuların” köyümüze gelmeleriydi. Nasip olursa bir gün “artumcu”ları da yazacağım inşallah.

Eskiyen yıpranan bakır kapkacağın “toz nişadır” yardımıyla kalay ile kaplanması işlemini yapan “kalaycıların” köye gelmesi büyük bir heyecan yaratırdı köyün çocuklarının küçücük dünyasında... Bakır kaplar tek başına mutfak eşyası olarak kullandıklarından dolayı çabuk oksitlendiklerinden ve bakır zehirlenmeleri nedeniyle ölümlere yol açtığından düzenli olarak her yıl kalaylanması gerekirdi.

Tamamen bakır kaplara bağımlı olan mutfaklarımız her yıl köyümüze gelen Kalaycı sayesinde pırıl pırıl olurdu ve biz çocuklarda “kalaycının” maharetlerini izlerken kışın tadını çıkarırdık. Sanırım teknoloji adına gördüğüm radyodan sonra ilk araçlar kalaycının kalay işlem için getirdiği malzemelerdi...

Zihnime kazınan “Kalaycılık”, benim için her an hatırlanan ve çocukluğuma gittiğim o güzel kış günlerinin vaz geçilmez hatıralarındandır...

Şunu hatırlıyorum o günlere dair. Kahraman Osman Abilerin evlerinin girişindeki çardak altına yerleşen Kalaycılar , her evden gelen bakır “kap kacağı” sırayla büyük bir özenle kalaylardı ve bize de tadına doyum olmayan bir görsel keyf sunarlardı...

Hatrımda kaldığı kadar şu aşamaları izlerdik...

Önce bakır kaplar tavlanırdı ateşin üstünde. Sonra temizlenir ve kalay işlemine geçilirdi.

Kalaylanan kapların körük ve kömür yardımıyla yakılarak belli bir sıcaklığa ulaştığında yapılan iş olan tavlama esnasındaki hayretimi bugün bile düşününce teknolojinin geldiği bugünkü boyuta hayret ederim! Hele bu tavlanan kapkacağın ince kumlarla el ve ayak (büyük kazanların içine girilerek ayakla temizlenirlerdi) yardımıyla temizlenmesi tam bir görsel şovdu biz çocuklar için...

Büyük kazanların içine girerek temizleme işini yapanlara “nepri” denirdi. Bu ifade bugün  orta yaşlı insanlar ancak hatırlayacağı  şekilde “pinti” insanlar için kullanılan bir deyime dönüşmüştür.

Kalaylama başladığı zaman ki heyecan bir başkaydı... Çünkü körük vasıtasıyla çıkan alevler bizi başka dünyalara götürürdü. Nasıl oluyordu da bir körük alevi parlatıyor ve ortaya bugünkü havai fişeklerin verdiği heyecanı bize veriyordu bugün bile izahtan mahrumum!

Kalaycı amcamız elindeki beyaz toz halindeki “kalay pamuğunu” bakır tencerenin içinde gezdirerek kalaylama işini yaparken biz çocuklar hayretle birbirimize bakarak bu işin nasıl olduğunu anlamaya çalışırdık...

Tabii şunu da hemen söyleyim.

Kalaycılar yaklaşık bir ay köyümüzde misafir olurlardı. Her ev kalaycıların günlük iaşesini karşılamak için sıraya dizilirdi. Kalaycılara yemek getirmek de biz çocuklara düşen görevdi. Aslında bu işi o kadar gönüllü yapıyoduk ki anlatamam. Çünkü bu vesile ile kalaycılara daha yakın oluyor ve aramızda bir bağ kurularak izleme süresinde soru sormamızın önünü açıyordu....

Kalaycının gözüne giren her çocuk “körüğü” kullanma hakkını da elde ederdi. Bu hakkı elde eden her çocuk ateşin harlanması için kullanılan körüğün yanına gelirdi ve diğer çocukların kıskançlıkla bakmasına neden olurdu.

Şimdi o günleri düşünürken,bugünden şu kanaate varıyorum. Büyüklerimizin “köy odalarında” koyulaştırdıkları sohbetleri neyse biz çocuklar için de “kalaycının” veya “artumcunun” köye gelmesi aynıydı. Hele bir de kar yağmışsa naylon torbalarla çaylıkların üzerinde donan karın üzerinde “uzmak” da aynı keyfin başka bir boyutuydu biz çocuklar için...

İşte bütün bu hareketlilik, kışın yağan kara rağmen içimizi ısıtarak köydeki küçük dünyamızı şenlendirirdi...

Şimdi her birimiz artık hatıralarda kalan güzel kış günlerinin özlemiyle büyük şehirlerde hayatımızı idame ettirmeye devam ediyoruz. Oysa bizim geldiğimiz yerlerde kış maceramız “kalaycı ve artumcuların” gelmeleriyle başlar “kar çiçeklerinin” açmasına kadar devam ederdi....

...Ve sizi temin ederim ki; bugüne kadar hiç bir yönetmen, Kalaycıların Başköy’e gelişlerinde biz çocukların görülmeye değer sevinci gibi bir film sahnesini kadrajına alamamıştır!

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun...